Ṯarif ~ طَرِفٌ

Kamus-ı Muhit - طرف maddesi

اَلطَّرِفُ [eṯ-ṯarif] (كَتِفٌ [ketif] vezninde) Cedd-i aʹlâsına vâsıta-i nesebî kesîr olan adama denir; yukâlu: رَجُلٌ طَرِفٌ ضِدُّ قُعْدُدٍ Ve oynak gönüllü adama denir ki bir hatun ve bir dost üzere tesebbüt eylemeyip yelken meşrebli ola; yukâlu: رَجُلٌ طَرِفٌ إِذَا كَانَ لاَ يَثْبُتُ عَلَى امْرَأَةٍ وَلاَ صَاحِبٍ Ve

طَرِفٌ [Ṯarif] Medîne’ye otuz altı mîl mesâfede bir mevziʹ adıdır.

اَلطَّرَفاَنِ [eṯ-ṯarefân] (tesniye bünyesiyle) İnsânın zeker ve lisânına ıtlâk olunur; ve minhu yukâlu: لاَ يَدْرِي أَيُّ طَرَفَيْهِ أَطْوَلُ أَيْ ذَكَرِهِ أَوْ لِسَانِهِ Baʹzılar dedi ki bunda طَرَفَيْنِ [ṯarefeyn]den murâd peder ve mâder soylarıdır. Ve atvel ve eşref maʹnâsınadır. Ve طَرَفَيْنِ [ṯarefeyn] ile fem ve makʹad dahi irâde olunur; yukâlu: لاَ يَمْلِكُ فُلاَنٌ طَرَفَيْهِ أَيْ فَمَهُ وَاسْتَهُ إِذَا شَرِبَ الدَّوَاءَ أَوْ سَكِرَ Ve

طَرَفٌ [ṯaref] Masdar olur, nâka sâ΄irlere karışmayıp başkaca etrâf-ı merʹâda otlamak maʹnâsınadır; yukâlu: طَرِفَتِ النَّاقَةُ طَرَفًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا رَعَتْ أَطْرَافَ الْمَرْعَى وَلَمْ تَخْتَلِطْ بِالنُّوقِ Ve

طَرَفٌ [ṯaref] Bir nesnenin ucuna ve gâyet ve müntehâsına denir; ve minhu’l-hadîsu: “كَانَ إِذَا اشْتَكَى أَحَدٌ مِنْ أَهْلِهِ لَمْ تَزَلِ الْبُرْمَةُ عَلَى النَّارِ حَتَّى يَأْتِيَ عَلَى أَحَدِ طَرَفَيْهِ” أَيْ الْبُرْءِ أَوِ الْمَوْتِ لِأَنَّهُمَا غَايَتَا أَمْرِ الْعَلِيلِ

اَلطَّرْفُ [eṯ-ṯarf] (حَرْفٌ [ḩarf] vezninde) Göze denir, عَيْنٌ [ʹayn] maʹnâsına. Ve bu fi’l-asl masdar olmakla vâhid ve cemʹ olmağa salâhiyyeti için cemʹlenmez. Baʹzılar ʹindinde طَرْفٌ [ṯarf] lafzı basarı câmiʹ ism-i cins olmakla tesniye ve cemʹlenmez, ʹalâ-kavlin أَطْرَافٌ [aṯrâf] üzere cemʹlenir. Ve

طَرْفٌ [ṯarf] Menâzil-i kamerden bir menzil ismidir. Ve o iki kevkebdir ki Esed sûretinin gözleri mesâbesindedir, onun için cebheden mukaddem tulûʹ eder. Ve cebhe Esed sûretinin cebhesi yerindedir ki dört kevkebden ʹibârettir. Menzil-i mezbûr ehl-i takvîm beyninde طَرْفَةٌ [ṯarfet] ile müteʹâreftir. Ve

طَرْفٌ [ṯarf] El ile tabanca vurmak maʹnâsınadır; yukâlu: طَرَفَهُ طَرْفًا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي إِذَا لَطَمَهُ بِيَدِهِ Ve

طَرْفٌ [ṯarf] Soyu pâk kişi-zâde adama denir; yukâlu: رَجُلٌ طَرْفٌ أَيْ كَرِيمٌ Ve her nesnenin gâyet ve müntehâsına denir; yukâlu: طَرْفُ الشَّيْءِ أَيْ مُنْتَهَاهُ Ve

بَنُو طَرْفٍ [Benû Ṯarf] Yemen’de bir kavm ve cemâʹattir. Ve

طِرْفُ الْحَدِيثِ [ṯirfu’l-ḩadîšamp;] Şol hatuna denir ki hoş-sohbet ve şîrîn-zebân olmakla kelâmını işitenler bî-ihtiyâr âşüfte ve hâhiş-kâr olular; yukâlu: إِمْرَأَةٌ طِرْفُ الْحَدِيثِ أَيْ حَسَنَةُ الْحَدِيثِ يَسْتَطْرِفُهُ مَنْ سَمِعَهُ

طَرْفٌ [ṯarf] Sarf ve redd eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: طَرَفَهُ عَنْهُ طَرْفًا إِذَا صَرَفَهُ وَرَدَّهُ Ve göz kapağını yummak yâhûd kapaklarını oynatmak maʹnâsınadır; yukâlu: طَرَفَ بَصَرَهُ إِذَا أَطْبَقَ أَحَدَ جَفْنَيْهِ عَلَى الْآخَرِ أَوْ طَرَفَ بِعَيْنِهِ إِذَا حَرَّكَ جَفْنَيْهَا Ve tekûlu’l-ʹArab: مَا بَقِيَتْ مِنْهُمْ عَيْنٌ تَطْرِفُ أَيْ مَاتُوا Ve bu kinâyedir. Ve göze bir nesne dokundurmakla yaşartmak maʹnâsınadır; yukâlu: طَرَفَ عَيْنَهُ إِذَا أَصَابَهَا بِشَيْءٍ فَدَمَعَتْ ve yukâlu: طُرِفَتْ عَيْنُهُ عَلَى الْمَجْهُولِ Şârih der ki mü΄ellif bakmak maʹnâsından müsâmaha eyledi; yukâlu: طَرَفَتِ الْعَيْنُ إِذَا نَظَرَتْ Ve

اَلطِّرْفُ [eṯ-ṯirf] (ṯâ’nın kesriyle) Peder ve mâder taraflarından asîl ve kerîm olan dama denir; cemʹi أَطْرَافٌ [aṯrâf] gelir; yukâlu: هُوَ طِرْفٌ أَيْ كَرِيمُ الطَّرَفَيْنِ Kezâlik iki baştan soy ve pâk-cins olan at ve sâ΄ir hayvâna denir. Bunun cemʹi طُرُوفٌ [ṯurûf] gelir; yukâlu: فَرَسٌ طِرْفٌ وَخَيْلٌ طُرُوفٌ Ve hâssaten cinsi pâk küheylân ata denir, ʹalâ-kavlin iki başı soy ata denir. Ve ʹalâ-re΄yin طِرْفٌ [ṯirf] erkek ata mahsûs vasf-ı hâstır, kısrağa ıtlâk olunmaz; cemʹi طُرُوفٌ [ṯurûf] ve أَطْرَافٌ [eṯrâf] gelir. Ve ʹinde’l-baʹz طِرْفٌ [ṯirf] sâhibinin kısrağı dölünden yetiştirme olmayıp sonradan istitrâf ve istihdâs olunan ata denir; mü΄ennesi طِرْفَةٌ [ṯirfet]tir. Ve

طِرْفٌ [ṯirf] Henüz kapçığında olan nebât ve meyveye denir. Ve sonradan ve yeniden peydâ olunmuş mâla denir, ke-mâ se-yuzkeru; bunda ṯâ’nın zammıyla da lügattır. Ve şol kimseye denir ki bir adam ile ülfetten çabuk usanır olmakla şems-i ʹasr gibi sohbet ve ülfette devâmı olmaya; yukâlu: فُلاَنٌ طِرْفٌ أَيْ لاَ يَثْبُتُ عَلَى صُحْبَةِ أَحَدٍ لِمَلَلِهِ Ve bir otlakta durmayıp otlaktan otlağa nakl eder olan erkek deveye denir; yukâlu: جَمَلٌ طِرْفٌ إِذَا كَانَ يَنْتَقِلُ مِنْ مَرْعًى إِلَى مَرْعًى Ve şerefî kadîm ve zâtî olmayıp hâdis ve ʹarazî olan kimseye denir. Bu maʹnâda gûyâ ki كَتِفٌ [ketif] vezninde طَرِفٌ [ṯarif] lafzından muhaffeftir; yukâlu: رَجُلٌ طِرْفٌ فِي نَسَبِهِ أَيْ حَدِيثُ الشَّرَفِ Ve şol adama denir ki oynak gönüllü olmakla her gördüğü şey΄e meyl ve ragbet edip kendisinin olmasını ârzû eder ola; yukâlu: رَجُلٌ طِرْفٌ أَيِ الرَّغِيبُ الْعَيْنِ لاَ يَرَى شَيْئًا إِلاَّ أَحَبَّ أَنْ يَكُونَ لَهُ Ve

Vankulu Lugatı - طرف maddesi

اَلطَّرِفُ [eṯ-ṯarif] (kezâlik ṯâ’nın fethi ve râ’nın kesriyle) Şol recüldür ki bir ʹavret üzere sâbit olmaya ve bir musâhible karâr etmeye. Ve

طَرِفٌ [ṯarif] Şol kimseye dahi derler ki قُعْدُدٌ [ḵuʹdud] nakîzi ola. Ve قُعْدُدٌ [ḵuʹdud] ḵâf’ın ve dâl-ı evvelin zammı ile şol kimsedir ki cedd-i ekberine vesâyiti az ola, âbâsı muʹammer olmakla.

اَلْأَطْرَافُ [el-eṯrâf] (hemzenin fethiyle) Cemʹi. Ve gâh olur أَطْرَافٌ [eṯrâf]la vâlideyn ve ihve ve aʹmâm murâd olunur. Ve bi’l-cümle her karîb murâd olur ki o mahrem ola. Ve

طَرَفَانِ [ṯarefân] ile gâh olur lisân ile zeker murâd olur; ve minhu kavluhum: “لَا يُدْرَى أَيُّ طَرَفَيْهِ أَطْوَلُ” İbnu’l-Aʹrâbî eyitti: Bu kelâmda طَرْفَيْنِ [ṯarafeyn]den murâd zeker ile lisândır. Ve gâh olur طَرَفَيْنِ [ṯarafeyn]le ağız [ve] dübür murâd olur; yukâlu: “لَا يَمْلِكُ طَرَفَيْهِ” İbnu’s-Sikkît eyitti: Bu kelâmda طَرَفَيْنِ [ṯarafeyn]le maksûd fem ile dübürdür, kaçan devâ içe yâhûd mest ola. Ve

طَرَفٌ [ṯaref] Masdar dahi gelir, nâka merʹânın bir cânibinde otlayıp âhar nâkalara karışmamak maʹnâsına; yukâlu: طَرَفَتِ النَّاقَةُ إِذَا رَعَتْ أَطْرَافَ الْمَرْعَى وَلَمْ تَخْتَلِطْ بِالنُّوقِ

اَلطَّرْفُ [eṯ-ṯarf] (ṯâ’nın fethi ve râ’nın sükûnuyla) Göz, ʹayn maʹnâsına. Ve bu cemʹ olmaz, zîrâ bu aslında masdar olduğu için vâhid ve cemʹ olmağa sâlih olur. Kâlallâhu taʹâlâ: ﴿لَا يَرْتَدُّ إِلَيْهِمْ طَرْفُهُمْ﴾ (ابراهيم، 43) Ve

طَرْفٌ [Ṯarf] Kezâlik iki yıldızdır ki cebhedendir, onlar esedin gözleri mesâbesindedir, kamer onlara nâzil olur. Ve

طَرْفٌ [ṯarf] صَرْفٌ [ṡarf] maʹnâsına da gelir; yukâlu: طَرَفَهُ عَنْهُ إِذَا صَرَفَهُ Ve yeni olan nesneyi mergûb görüp eski olanı unutmağa dahi derler; tekûlu: “يَطْرِفُكَ الْأَدْنَى عَنِ الْأَبْعَدِ” أَيْ تَسْتَطْرِفُ الْجَدِيدَ وَتَنْسَى الْقَدِيمَ Ve

طَرْفٌ [ṯarf] Göz kapakların birbirine kapamağa dahi derler; tekûlu: طَرَفَ يَطْرِفُ طَرْفًا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي إِذَا أَطْبَقَ أَحَدَ جَفْنَيْهِ عَلَى الْآخَرِ Kezâlik tâ’nın fethi ve râ’nın sükûnuyla vâhidi bir kerre göz kapamak maʹnâsına. Ve sürʹat maʹnâsına dahi gelir; yukâlu: “أَسْرَعُ مِنْ طَرْفَةِ عَيْنٍ” Ve

طَرْفٌ [ṯarf] Göze bir nesne değirmek ile gözü yaşartmağa dahi derler; tekûlu: طَرَفْتُ عَيْنَهُ إِذَا أَصَبْتَهَا بِشَيْءٍ فَدَمَعَتْ Ve

طَرْفَةٌ [ṯarfet] Gözde kandan olan kırmızı noktaya dahi derler ki yâ darbdan yâ gayrı nesneden hâsıl olur.

اَلطُّرُوفُ [eṯ-ṯurûf] (zammeteynle) Cemʹi. Ve Ebû Zeyd eyitti: طِرْفٌ [ṯirf] erkek olan ata mahsûs sıfattır. Ve

طِرْفٌ [ṯirf] Yiğitlerin aʹlâsına dahi derler, civân-ı kerîmü’l-hisâl maʹnâsına.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı