Ḵarrâʹ ~ قَرَّاعٌ

Kamus-ı Muhit - قراع maddesi

اَلْقَرَّاعُ [el-ḵarrâʹ] (شَدَّادٌ [şeddâd] vezninde) Ağaçkakan dedikleri kuşa denir ki minkârıyla metin ağaçları kakıp içinde îvâ eder; cemʹi قَرَّاعَاتٌ [ḵarrâʹât] gelir. Ve

قَرَّاعٌ [Ḵarrâʹ] Ġazâle es-Sekûnî nâm kimsenin feresi ismidir. Ve

قَرَّاعٌ [ḵarrâʹ] Pek ve şedîd ve saht olan şey΄e denir; yukâlu: شَيْءٌ قَرَّاعٌ أَيْ صُلْبٌ شَدِيدٌ

اَلْقَرْعُ [el-ḵarʹ] (فَرْعٌ [ferʹ] vezninde) Kapı çalmak maʹnâsınadır; yukâlu: قَرَعَ الْبَابَ قَرْعًا مِنَ الْبَابِ الثَّالِثِ إِذَا دَقَّهُ ve minhu’l-meselu: “مَنْ قَرَعَ بَابًا وَلَجَّ وَلَجَ” Yaʹnî “Bir kapıyı ilhâh ve ikdâmla çalan adam elbette açtırıp içerisine duhûl eder.” Ve

قَرْعٌ [ḵarʹ] Değnekle vurmak maʹnâsınadır; yukâlu: قَرَعَ رَأْسَهُ بِالْعَصَا إِذَا ضَرَبَهُ بِهَا ve minhu’l-meselu: “إِنَّ الْعَصَا قُرِعَتْ لِذِي الْحُلْمِ” En evvel قَرْعٌ [ḵarʹ]-ı ʹasâ olunan kimsede yaʹnî mesel-i mezbûrun menşe΄inde ihtilâf olunmuştur. Baʹzılar ʹÂmir b. eż-Żarib ve baʹzılar Ḵays b. Ḣâlid ve baʹzılar ʹAmr b. Cumuʹa ve baʹzılar ʹAmr b. Mâlik dediler. ʹİnde’l-mü΄ellif ʹÂmir müraccahtır, merkûm be-gâyet pîr yâhûd muʹammerînden olmakla üç yüz yaşına vardıkta kendi re΄yine iʹtinâ ve iʹtimâdı olmamakla oğullarına tenbîh eyledi ki “Mesâlih-i nâsı temşît vaktinde eğer kelâmım üslûb-ı nizâmdan çıkıp beyhûde ve hilâf semtine munsarıf olursa, ʹasâ ile işbu duvarda yâhûd yerde olan kalkanı قَرْعٌ [ḵarʹ] edip beni âgâh edesiz.” Mesel-i mezbûr ehl-i ʹakl u rüşd olan adam ednâ tenbîh ile mütenebbih olur diyecek yerde darb olunur. Burada حُلْمٌ [ḩulm] ḩâ’nın zammıyla ʹakl ve rüşd maʹnâsınadır. Ve

قَرْعُ جَبْهَةٍ [ḵarʹu cebhet] Dolu kabın içinde olanını bi’l-cümle süpürüp içmek maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: قَرَعَ الشَّارِبُ جَبْهَتَهُ بِالْإِنَاءِ إِذَا اشْتَفَّ مَا فِيهِ Ve

قَرْعٌ [ḵarʹ] ve

قِرَاعٌ [ḵirâʹ] (كِتَابٌ [kitâb] vezninde) Buğur nâkaya aşmak maʹnâsınadır; sığır cinsinde yalnız قِرَاعٌ [ḵirâʹ] mahsûstur; yukâlu: قَرَعَ الْفَحْلُ النَّاقَةَ قَرْعًا وَقِرَاعًا وَالثَّوْرُ الْبَقَرَةَ قِرَاعًا إِذَا ضَرَبَهَا Ve bir kimse te΄essüf ve nedâmetten nâşî dişlerini birbirine sürüp gıcırdatmak maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: قَرَعَ فُلاَنٌ سِنَّهُ إِذَا حَرَقَهُ نَدَمًا Ve kurʹa atmak bâbında sâ΄irlere gâlib olmak maʹnâsınadır; yukâlu: قَرَعَهُمْ قَرْعًا مِنَ الْبَابِ الْأَوَّلِ إِذَا غَلَبَهُمْ بِالْقُرْعَةِ Ve

قَرْعٌ [ḵarʹ] Kabak taʹbîr olunan sebzeye denir, حَمْلُ الْيَقْطِينِ [ḩamlu’l-yaḵṯîn] maʹnâsına; müfredi قَرْعَةٌ [ḵarʹat]tır. Ve

قَرْعٌ [Ḵarʹ] Esâmîdendir: eş-Şâh b. Ḵarʹ, Fuḋayl b. ʹIyâḋ’dan rivâyet-i hadîs eyledi. Ve

قَرْعٌ [ḵarʹ] ve fethateynle

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı