el-ḣarem ~ اَلْخَرَمُ

Kamus-ı Muhit - الخرم maddesi

اَلْخَرَمُ [el-ḣarem] (fethateynle) Bir adamın burnunun direği yirilmek maʹnâsınadır; yukâlu: خَرِمَ الرَّجُلُ خَرَمًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا تَخَرَّمَتْ وَتَرَةُ أَنْفِهِ

اَلْخُرَّمُ [el-ḣurrem] (سُكَّرٌ [sukker] vezninde) Şecerin nebâtına denir ki murâd ağacın dalları ve budakları ve yapraklarıdır ki tâb u tarâvetli ola.Ve keder ve zahmetsiz hoş ve mülâyim dirliğe denir. ʹAlâ-kavlin خُرَّمٌ [ḣurrem] lafzı muʹarrebdir, yaʹnî Fârisîden muʹarrebdir, lâkin Fârisîde mesrûr ve şâdân maʹnâsıyla mübeyyen olmakla zâhiren maʹnâ-yı mezbûr mecâz olur. Ve

خُرَّمٌ [Ḣurrem] Ḩâfıż Ḩuseyn b. İdrîs’in pederinin lakabıdır. Ve خُرَّمَةٌ [ḣurremet] lafzından cemʹ olur ki böğrülceye şebîh bir nebât ismidir, levni benefsecî ve be-gâyet hoş-bû ve hoş-manzar olur. İstishâbı bâʹis-i muhabbet ve çiçeğinden tertîb olunan yağla iddihân zikr olunan muhabbet husûsunda nâfiʹ ve ʹadâveti dâfiʹdir. Bu nebâtı müfredâtta erguvânî şebboy ile beyân ederler. Ve baʹzı müfredâtta Türkîde anasına dil döndüren taʹbîr ederler, bi-ʹaynihi fasulye kabı gibi, çiçekleri uzun uzun ve rengi gökçül mor olur, ucunda hurde bir sarıca tel gibi nesnesi olmakla onu lisân ʹadd edip gûyâ ki lisânı ensesine çekilmiş olur diye mersûmdur. Ve

خُرَّمَةُ [Ḣurremet] Fâris diyârında bir karye adıdır; Bâbek el-Ḣurremî dedikleri Mecûsî-yi meşhûr oradandır. Mesfûr, Muʹtaṡım Halîfe zamânında zuhûr ve Mazdekiyye âyînini halka neşr eyledi, tenâsuh iʹtikâdında olup ve nisvânda herkes müşterektir diye ibâhet-i nisâ ile katı vâfir fesâda bâʹis ve ekser-i bilâda müstevlî oldu. Ve Ḣurremiyye dedikleri tâ΄ife bunun kavmidir.

اَلْخَرْمُ [el-ḣarm] (ḣâ’nın fethi ve râ’nın sükûnuyla) Bir nesnenin dikişini ve nigendesini söküp ayırmak maʹnâsınadır; yukâlu: خَرَمَ الْخَرَزَةَ خَرْمًا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي إِذَا فَصَمَهَا Ve bir adamın burnunun direğini yarmak maʹnâsınadır; yukâlu: خَرَمَ فُلَانًا إِذَا شَقَّ وَتَرَةَ أَنْفِهِ Ve

خَرْمٌ [ḣarm] Dağın burnuna denir ki sivri çıkan ucundan ʹibârettir. Ve

خَرْمٌ [ḣarm] ʹArûziyyûn ıstılâhında feʹûlun cüz΄ünden fâ’nın yâhûd mefâʹîlun cüz΄ünden mîm’in iskâtından ʹibârettir, pes feʹûlun, ʹûlun kalmakla faʹlun cüz΄üne nakl olunur ve mefâʹîlun, fâʹîlun kalmakla mefʹûlun cüzʹüne nakl olunur. Ve خَرْمٌ [ḣarm] ʹilleti ʹârız olan beyte مَخْرُومٌ [maḣrûm] ve أَخْرَمُ [aḣrem] dediler. Ve خَرْمٌ [ḣarm] kelimesinin cemʹi خُرُومٌ [ḣurûm]dur, burada وَالْمِيمُ مِنْ مُفَاعَلَتُنْ nüshaları galattır.

Vankulu Lugatı - الخرم maddesi

اَلْخَرْمُ [el-ḣarm] (ḣâ’nın fethi ve râ’nın sükûnuyla) Dağ burnu, enf-i cebel maʹnâsına. Ve

خَرْمٌ [ḣarm] Sahtiyânın dikişin sökmek; tekûlu: خَرَمْتُ الْخَرَزَ أَخْرِمُهُ مِنَ الْبَابِ الثَّانِي إِذَا أَثْأَيْتَهُ Ve إِثْآءٌ [išamp;΄â΄] dikişi söküp gidermek. Ve

خَرْمٌ [ḣarm] Eksilmeğe dahi derler, naks maʹnâsına. Ve

خَرْمٌ [ḣarm] ʹUdûl etmeğe dahi derler; yukâlu: مَا خَرَمَ الدَّلِيلُ عَنِ الطَّرِيقِ أَيْ مَا عَدَلَ

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı