اَلْمِعْدَنُ [el-miʹden] (مِنْبَرٌ [minber] vezninde) Büyük kazmaya denir, صَاقُورٌ [ṡâḵûr] maʹnâsına.
اَلْمُعَدَّنُ [el-muʹadden] (مُعَظَّمٌ [muʹażżam] vezninde) Aşağısına عَدِينَةٌ [ʹadînet] dikilmiş kovaya denir; yukâlu: غَرَبٌ مُعَدَّنٌ إِذَا خُرِزَ بِهِ الْعَدِينَةُ
اَلْمُعَدِّنُ [el-muʹaddin] (مُحَدِّثٌ [muḩaddišamp;] vezninde) Maʹdenin taşını toprağını söküp filizzât tefahhus ve taleb eden adama denir ki maʹdenci taʹbîr olunur, maʹden emînine ıtlâkı melhûzdur; yukâlu: هُوَ مُعَدِّنٌ أَيْ مُخْرِجُ الصَّخْرِ مِنَ الْمَعْدِنِ يَبْتَغِي فِيهِ الذَّهَبَ وَنَحْوَهُ
اَلْمَعْدِنُ [el-maʹdin] (مَجْلِسٌ [meclis] vezninde) Cevf-i arzda hâsıl olan altın ve gümüş makûlesi cevâhir-i arziyyenin menbit ve mahalline denir ki Fârisîde kân denir; ehl-i maʹdin onda dâ΄imâ ikâmet eylediği için yâhûd Hak celle ve ʹalâ cevâhir-i mezbûreyi onda isbât ve temkîn eylediği için ıtlâk olundu. Ve her nesnenin mekân-ı aslına denir; ve minhu yukâlu: فُلَانٌ فِي مَعْدِنِ الْخَيْرِ وَالْكَرَمِ أَيْ مَكَانِ أَصْلِهِ
اَلْمُعَدَّنُ [el-muʹadden] (mîm’in zammı ve dâl’ın fethi ve teşdîdiyle) Şol kovadır ki aşağısı kesilip deri pâresi dikilmiş ola.
اَلْمَعْدِنُ [el-maʹdin] (mîm’in fethi ve dâl’ın kesriyle) Şol yerdir ki ondan altın ve gümüş ve sâ΄ir nesneler ihrâc olunur. Ve mezbûra مَعْدِنٌ [maʹdîn] dedikleri halk yaz ve kış onda mukîm oldukları içindir. Ve
عَدْنٌ [ʹadn] تَوَطُّنٌ [tevaṯṯun] maʹnâsınadır, nitekim el-ân mürûr etti. Ve her nesnenin mevziʹine مَعْدِنٌ [maʹdin] derler.
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı