اَلنَّسْيَانُ [en-nesyân] (سَكْرَانُ [sekrân] vezninde) Bu dahi unutgan adama denir; yukâlu: رَجُلٌ نَسِيٌّ وَنَسْيَانُ أَيْ كَثِيرُ النِّسْيَانِ
اَلنِّسْيُ [en-nisy] ve
اَلنِّسْيَانُ [en-nisyân] ve
اَلنِّسَايَةُ [en-nisâyet] ve
اَلنِّسَاوَةُ [en-nisâvet] (nûn’ların kesriyle) ve
اَلنَّسْوَةُ [en-nesvet] (خَطْوَةٌ [ḣaṯvet] vezninde) Unutmak maʹnâsınadır; yukâlu نَسِيَهُ نَسْيًا وَنِسْيَانًا وَنِسَايَةً وَنِسَاوَةً مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ ضِدُّ حَفِظَهُ Mü΄ellifin Baṡâ΄ir’de beyânına göre نِسْيَانٌ [nisyân] mâddesi bir adam kendisine istîdâʹ olunan nesnenin zabtını terk eylemekten ʹibârettir. O dahi adamın zaʹf-ı kalbinden yaʹnî hâfızası zaʹîf olduğundan yâhûd gafletinden neş΄et eder yâhûd ʹan-kasdin kalbinden zikri sâkıt olur; hakkında zemm-i ilâhî müteretteb olan kısm-ı ahîrdir.
اَلنَّسَيَانِ [en-neseyân] (fethateynle ve nûn-ı ahîrenin kesriyle) Tesniye.Bu zikr olunanlar Ebû Zeyd rivâyeti üzeredir.
اَلنَّسْيَانُ [en-nesyân] (nûn’un fethi ve sîn’in sükûnuyla) Şol kimsedir ki nisyânı gâlib ola.
اَلنِّسْيَانُ [en-nisyân] (nûn’un kesri ve sîn’in sükûnuyla) Bir nesneyi unutmak ki ذِكْرٌ [žikr]in mukâbilidir; tekûlu: نَسِيتُ الشَّيْءَ نِسْيَانًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ وَلَا تَقُلْ نَسَيَانًا بِالْفَتْحَتَيْنِ لِأَنَّ النَّسَيَانَ تَثْنِيَةُ نَسَا الْعِرْقِ Ve
نِسْيَانٌ [nisyân] Gâh olur ki terk maʹnâsına gelir, Ebû ʹUbeyde rivâyeti üzere. Kâlallâhu taʹâlâ: ﴿نَسُوا اللهُ فَنَسِيَهُمْ﴾ (التوبة، 67) ve kâlallâhu taʹâlâ: ﴿وَلَا تَنْسَوُا الْفَضْلَ بَيْنَكُمْ﴾ (البقرة، 237) Baʹzılar bunda hemzeyi câ΄iz gördüler. Ve Muberred eyitti: Her vâv ki mazmûm ola onu hemze kılmak câ΄izdir, illâ şol vâv ki onda ihtilâf etmişlerdir. Ve o Bârî taʹâlânın ﴿وَلَا تَنْسَوُا الْفَضْلَ﴾ (البقرة، 237) dediği kavlinde olan vâv’dır ki bu mislli cemʹlerde olan vâv hemze kılınması câ΄izdir, lâkin muhtâr hemze kılınmamasıdır. Ve bunun aslı تَنْسَيُوا dur, yâ sâkin kılınıp hazf olunduktan sonra vâv’ın harekete ihtiyâcı olıcak yâ’nın zammesi getirilmiştir.
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı