اَلثِّقْلُ [ešamp;-Šiḵl] (šamp;â’nın kesriyle) Bir mevziʹ adıdır.
اَلثَّقَلُ [ešamp;-šamp;eḵal] (fethateynle) Müsâfirin metâʹ ve haşemine denir, sâz u sâmân ve bâr u büngâh maʹnâsına ki ağırlık taʹbîr olunur; yukâlu: لِلْمُسَافِرِ ثَقَلٌ كَثِيرٌ أَيْ مَتَاعٌ وَحَشَمٌ Ve şol nefîs ve ʹâlî-kadr nesneye denir ki girân-bahâ olmakla sâhibi çokluk istiʹmâl eylemeyip hıfz ve sıyânet eder ola; yukâlu: لَهُ ثَقَلٌ كَثِيرٌ وَهُوَ كُلُّ شَيْءٍ نَفِيسٌ مَصُونٌ ve minhu’l-hadîsu: “إِنِّي تَارِكٌ فِيكُمُ الثَّقَلَيْنِ كِتَابَ اللهِ وَعِتْرَتِي” Bunların her biri şey΄-i nefîs ü masûndur. Ve
اَلثَّقَلَانِ [ešamp;-šamp;eḵalân] Fî kavlihi taʹâlâ:﴿أَيُّهَا الثَّقَلَانِ﴾ اَلْآيَة اَلْإِنْسُ وَالْجِنُّ Zîrâ bunların her biri kuttân-ı arz olmakla gûyâ ki arzı sakîl ederler yâhûd zünûb sebebiyle müskillerdir.
اَلثَّقْلُ [ešamp;-šamp;aḵl] (نَقْلٌ [naḵl] vezninde) Bir nesnenin hiffet ve sıkletini bilmek için elde tahmînle tartmak maʹnâsınadır; yukâlu: ثَقَلَ الشَّيْءَ بِيَدِهِ ثَقْلًا مِنَ الْبَابِ اْلأَوَّلِ إِذَا رَازَ ثِقَلَهُ
اَلثِّقَلُ [ešamp;-šamp;iḵal] (ḵâf’la عِنَبٌ [ʹineb] vezninde) Ağırlığa denir; yukâlu: بِهِ ثِقَلٌ أَيْ ضِدُّ الْخِفَّةِ Ve
ثِقَلٌ [šamp;iḵal] ve
ثَقَالَةٌ [šamp;eḵâlet] (أَصَالَةٌ [aṡâlet] vezninde) Masdar olurlar, ağır olmak maʹnâsınadır; yukâlu: ثَقُلَ الشَّيْءُ ثِقَلًا وَثَقَالَةً مِنَ الْبَابِ الْخَامِسِ ضِدُّ خَفَّ Ve gebelik hâleti belirmek maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: ثَقُلَتِ الْمَرْأَةُ إِذَا اسْتَبَانَ حَمْلُهَا Ve ağacın dalları özlenip kuvvetlenmek maʹnâsına müstaʹmeldir ki ağırlıklarını müstelzimdir; yukâlu: ثَقُلَ الْعَرْفَجُ وَالثُّمَامُ إِذَا تَرَوَّتْ عِيدَانُهُ Ve kulak bir mikdârca sağırlanmak maʹnâsınadır ki ağılaşmak taʹbîr olunur; yukâlu: ثَقُلَ سَمْعُهُ إِذَا ذَهَبَ بَعْضُهُ
اَلثِّقْلُ [ešamp;-šamp;iḵl] (šamp;â’nın kesri ve ḵâf’ın sükûnuyla) Yük.
اَلثَّقَلُ [ešamp;-šamp;eḵal] (fethateynle) Müsâfirin metâʹı ve haşemi yaʹnî hizmet-kârı.
اَلثَّقْلُ [ešamp;-šamp;aḵl] (šamp;â’nın fethi ve ḵâf’ın sükûnuyla) Bir nesne bir nesneye ağır gelmek; yukâlu: ثَقَلَ الشَّيْءُ الشَّيْءَ فِي الْوَزْنِ يَثْقُلُهُ ثَقْلًا مِنَ الْبَابِ الْأَوَّلِ Ve tartmağa dahi derler; tekûlu: ثَقَلْتُ الشَّاةَ إِذَا وَزَنْتَهَا Ve kezâlik koyunu kaldırmağa dahi derler, semizliğin ve arıklığın bilmek için; tekûlu: ثَقَلْتُ الشَّاةَ أَيْضًا وَزَنْتُهَا وَذَلِكَ إِذَا رَفَعْتَهَا لِتَنْظُرَ مَا ثِقَلُهَا مِنْ خِفَّتِهَا
اَلثِّقَلُ [ešamp;-šamp;iḵal] (šamp;â’nın kesri ve ḵâf’ın fethiyle) خِفَّةٌ [ḣiffet]in mukâbili, ağırlık, maʹnâsına; yukâlu: ثَقُلَ الشَّيْءُ ثِقَلًا مِنَ الْبَابِ الْخَامِسِ مِثْلُ صَغُرَ صِغَرًا
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı