es-setih ~ اَلسَّتِهُ

Kamus-ı Muhit - السته maddesi

اَلسَّتِهُ [es-setih] (كَتِفٌ [ketif] vezninde) ve

اَلسُّتْهُمُ [es-suthum] (زُرْقُمٌ [zurḵum] vezninde) Bunlar da lûṯîye denir; yukâlu: رَجُلٌ أَسْتَهُ وَسُتَاهِيٌّ وَسَتِهٌ وَسُتْهُمٌ أَيْ طَالِبُ الْإِسْتِ

اَلسَّتَهُ [es-seteh] (sîn’in fethi ve tâ’nın sükûnuyla ve fethiyle) إِسْتٌ [ist] maʹnâsınadır ki dübüre denir; semi أَسْتَاهٌ [estâh] gelir. Şârih der ki إِسْتٌ [ist] lafzının aslı سَتَهٌ [seteh] idi, musaggarı سُتَيْهٌ [suteyh]tir. Ve tekûlu’l-ʹArab: كَانَ ذَلِكَ عَلَى اسْتِ الدَّهْرِ أَيْ عَلَى وَجْهِهِ Yaʹnî “Ez-kadîm zamân öylece olup gelmektedir.” Burada وَجْهٌ [vech] kıdemden kinâyedir ki zamânın ensesinden yaʹnî ötesinden beri öyle demektir. Ve kavluhum: يَا ابْنَ اسْتِهَا كِنَايَةٌ عَنْ إِحْمَاضِ أَبِيهِ أُمَّهُ Yaʹnî bir adamın anasını pederi dübüründen tasarruf eylediğinden kinayedir ki edât-ı sebb ü akzârdır. Ve “Filânı fakîr ve bî-nevâ bırakıp geldim” diyecek yerde تَرَكْتُهُ بِاسْتِ الْأَرْضِ derler. Ve “Senin için ʹavn ve yâver yoktur” diyecek yerde مَا لَكَ اسْتٌ مَعَ اسْتِكَ derler, مَا لَكَ ظَهْرٌ terkîbi gibi. Ve “Filândan katʹâ hoşlanmadığım kerîheye uğradım” diyecek yerde لَقِيتُ مِنْهُ اسْتَ الْكَلْبَةِ derler. Ve bir cemâʹatin ʹaczinden kinaye edip أَنْتُمْ أَضْيَقُ اسْتًا مِنْ أَنْ تَفْعَلُوهُ derler.

اَلسَّتْهُ [es-seth] (sîn’in fethi ve tâ’nın sükûnuyla) Bir adamın ardına düşüp gitmek maʹnâsınadır; yukâlu: سَتَهَهُ سَتْهًا مِنَ الْبَابِ الثَّالِثِ إِذَا تَبِعَهُ مِنْ خَلْفِهِ Ve bir adamın makʹadına vurmak maʹnâsınadır; yukâlu: سَتَهَهُ إِذَا ضَرَبَ اسْتَهُ

Vankulu Lugatı - السته maddesi

اَلسَّتْهُ [es-seth] (sîn’in fethi ve tâ’nın sükûnuyla) Bir kimsenin kuyruğuna vurmak; tekûlu: سَتَهْتُ الرَّجُلَ سَتْهًا مِنَ الْبَابِ الثَّالِثِ إِذَا ضَرَبْتَهُ عَلَى اسْتِهِ

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı