اَلشَّعَرُ [eş-şaʹar] (fethateynle) Bir adam gövdesi gür kıllı olmak maʹnâsınadır; yukâlu: شَعِرَ الرَّجُلُ شَعَرًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا كَثُرَ شَعْرُهُ Ve köle sâhibi olmak maʹnâsınadır ki bu شُعُورٌ [şuʹûr]dandır, gûyâ ki o imtiyâz ile beyne’n-nâs maʹlûm olur; yukâlu: شَعِرَ الرَّجُلُ إِذَا مَلَكَ عَبِيدًا
اَلشَّعِرُ [eş-şaʹir] (كَتِفٌ [ketif] vezninde) ve
اَلشَّعْرَانِيُّ [eş-şaʹrâniyy] (صَنْعَانِيٌّ [ṡanʹâniyy] gibi) Gövdesinde keçi gibi kılları çok ve uzun olan kişiye denir, niteki أَشْعَرُ [eşʹar] dahi denir; yukâlu: رَجُلٌ أَشْعَرُ وَشَعِرٌ وَشَعْرَانِيٌّ أَيْ كَثِيرُ الشَّعْرِ وَطَوِيلُهُ
اَلشِّعْرُ [eş-şiʹr] (şîn’in kesri ve ʹayn’ın sükûnuyla) ve
اَلشَّعْرُ [eş-şaʹr] (şîn’in fethiyle) ve
اَلشَّعْرَةُ [eş-şaʹret] (şîn’in harekât-ı selâsıyla) ve
اَلشِّعْرَى [eş-şiʹrâ] (ذِكْرَى [žikrâ] vezninde) ve
اَلشُّعْرَى [eş-şuʹrâ] (رُجْعَى [rucʹâ] vezninde) ve
اَلشُّعُورُ [eş-şuʹûr] (ظُهُورٌ [żuhûr] vezninde) ve
اَلشُّعُورَةُ [eş-şuʹûret] (شُطُورَةٌ [şuṯûret] vezninde) ve
اَلْمَشْعُورُ [el-meşʹûr] (مَيْسُورٌ [meysûr] vezninde) ve
اَلْمَشْعُورَةُ [el-meşʹûret] (hâ’yla) ve
اَلْمَشْعُورَاءُ [el-meşʹûrâ΄] مَشْيُوخَاءُ [meşyûḣâ΄] vezninde ki on iki masdardır, bir nesneyi hoşça fehm edip zekâ ve zihn ve fetânetle mezâyâ ve dakîkasına varıp iyice idrâk eylemek maʹnâsınadır ki عِلْمٌ [ʹilm]den ahass olur, bundan tanımak ile taʹbîr olunur; yukâlu: شَعَرَ بِهِ وَشَعُرَ شِعْرًا وَشَعْرًا وَشَعْرَةً مُثَلَّثَةٌ وَشِعْرَى وَشُعْرَى وَشُعُورًا وَشُعُورَةً وَمَشْعُورًا وَمَشْعُورَةً وَمَشْعُورَاءَ مِنَ الْبَابِ اْلأَوَّلِ وَالْخَامِسِ إِذَا عَلِمَ بِهِ وَفَطِنَ لَهُ وَعَقَلَهُ
اَلشُّعْرُ [eş-şuʹr] (şîn’in zammı ve ʹayn’ın sükûnuyla) أَشْعَرُ [eşʹar]ın cemʹi; yukâlu: قَوْمٌ شُعْرٌ Ve ʹUbeydullâh b. Ziyâd’a أَشْعَرُ بَرْكًا derlerdi göğsü kıllı olduğu için. Ve بَرْكٌ [berk] bâ-i muvahhadenin fethiyle ve râ’nın sükûnuyla sadr maʹnâsınadır. Ve
أَشْعَرُ [eşʹar] Atın tırnağının etrâfında biten kıllara da derler.
اَلشَّعْرُ [eş-şaʹr] (şîn’in fethi ve ʹayn’ın sükûnuyla) İnsânda biten ve sâ΄ir hayvânatta biten kıldır.
اَلشِّعْرُ [eş-şiʹr] (şîn’in kesriyle) Bir nesneyi bilmek; yukâlu: شَعَرْتُ الشَّيْءَ أَشْعُرُ شِعْرًا مِنَ الْبَابِ الْأَوَّلِ أَيْ فَطِنْتُ لَهُ ve minhu kavluhum: لَيْتَ شِعْرِي بِهِ أَيْ لَيْتَنِي عَلِمْتُهُ Ve Sîbeveyhi eyitti: Bunun aslı شِعْرَةٌ [şiʹret] idi, lâkin bundan hâ’yı hazf ettiler, nitekim ذَهَبَ بِعُذْرِهَا وَهُوَ أَبُو عُذْرِهَا kavlinde hazf ettiler. Ve عُذْرٌ [ʹužr] aslında عُذْرَةٌ [ʹužret] idi ʹayn’ın zammıyla, bekâret maʹnâsına. Ve
شِعْرٌ [şiʹr] Kelâm-ı manzûma dahi ıtlâk olunur.
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı