eż-żalif ~ اَلظَّلِفُ

Kamus-ı Muhit - الظلف maddesi

اَلظَّلِفُ [eż-żalif] (كَتِفٌ [ketif] vezninde) Hevâ ve heves-i nefsânîsinden kendisini menʹ eden adama denir; ve minhu yukâlu: هُوَ ظَلِيفُ النَّفْسِ وَظَلِفُهَا أَيْ نَزِهُهَا Ve

ظَلِفٌ [żalif] ظَلِيفٌ [żalîf] gibi sudan ve balçıktan mürtefiʹ olan yere denir.

اَلظُّلْفُ [eż-żulf] (żâ’nın zammıyla) ve

اَلظُّلُفُ [eż-żuluf] (zammeteynle) ظَلِيفٌ [żalîf] lafzının cemʹleridir, ke-mâ se-yuzkeru.

اَلظُّلَّفُ [eż-żullef] (رُكَّعٌ [rukkaʹ] vezninde) ظُلُوفٌ [żulûf] lafzının ki cemʹdir, te΄kîd için îrâd olunur, şiddet maʹnâsını ifâde eder; yukâlu: ظُلُوفٌ ظُلَّفٌ أَيْ شِدَادٌ

اَلظَّلَفُ [eż-żalef] (fethateynle) Yer pek ve dürüşt olmak maʹnâsınadır, şöyle ki yürüyenin izi belli olmaya; yukâlu: ظَلِفَتِ الْأَرْضُ ظَلَفًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا كَانَتْ ظَلْفَةً Ve dirlik teng ve şedîd olmak maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: ظَلِفَتْ مَعِيشَتُهُ إِذَا اشْتَدَّتْ Ve götürü maʹnâsına müstaʹmeldir, ظَلِيفٌ [żalîf] gibi, ke-mâ se-yuzkeru. Ve sudan ve çamurluktan yukarı ve yüksek olan yere denir; yukâlu: مَكَانٌ ظَلَفٌ أَيْ مُرْتَفِعٌ عَنِ الْمَاءِ وَالطِّينِ

اَلظَّلْفُ [eż-żalf] (żâ’nın fethiyle) Bâtıl ve beyhûde maʹnâsınadır; yukâlu: ذَهَبَتْ دَمُهُ ظَلْفًا وَيُحَرَّكُ أَيْ هَدَرًا بَاطِلاً Ve mübâh nesneye denir; yukâlu: شَيْءٌ ظَلْفٌ أَيْ مُبَاحٌ Ve

ظَلْفٌ [żalf] Masdar olur, koyun ve keçi makûlesinin bakanağına vurmak yâ dokunmak maʹnâsına; yukâlu: ظَلَفَهُ ظَلْفًا مِنَ الْبَابِ اْلأَوَّلِ إِذَا أَصَابَ ظِلْفَهُ Ve bir adam kendi nefsini bir işi işlemekten yâhûd o işe teveccüh ve ragbetten menʹ eylemek yâhûd bi’l-külliyye ondan geri durdurup vazgeçirmek maʹnâsınadır; yukâlu: ظَلَفَ نَفْسَهُ عَنْهُ ظَلْفًا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي إِذَا مَنَعَهَا مِنْ أَنْ تَفْعَلَهُ أَوْ تَأْتِيَهُ أَوْ كَفَّهَا عَنْهُ Ve bir kimse ardına düşülmemek için izini gizleyip belirsiz eylemek yâhûd izi belli olmamak için pek yerde yürümek maʹnâsınadır; yukâlu: ظَلَفَ أَثَرَهُ ظَلْفًا مِنَ الْبَابِ اْلأَوَّلِ وَالثَّانِي إِذَا أَخْفَاهُ لِئَلاَّ يُتَّبَعَ أَوْ مَشَى فِي الْحُزُونَةِ كَيْلاَ يُرَى أَثَرُهُ Ve bir adamın izine uyup gitmek maʹnâsınadır; yukâlu: ظَلَفَ الْقَوْمَ إِذَا اتَّبَعَ أَثَرَهُمْ

اَلظِّلْفُ [eż-żilf] (żâ’nın kesriyle) Sığır ve koyun ve keçi ve âhû makûlesinin bakanağına denir ki insânın kademi menzilindedir; cemʹi ظُلُوفٌ [żulûf] ve أَظْلاَفٌ [ażlâf] gelir. Mü΄ellif اَلظِّلْفُ لِلْبَقَرَةِ وَالشَّاةِ وَالظَّبْيِ وَشِبْهِهَا بِمَنْزِلَةِ الْقَدَمِ لَنَا ʹunvânıyla taʹrîf eylemekle usûl-i sâ΄ireye muhâlif olmuştur, zîrâ mecmûʹunda كَالظُّفُرِ لِلْإِنْسَانِ وَكَالْحَافِرِ لِلْفَرَسِ وَكَالْخُفِّ لِلْبَعِيرِ ʹibâretiyle mersûmdur, fe’lyunzar. Ve hâcet maʹnâsınadır; tekûlu: مَا وَجَدْتُ عِنْدَهُ ظِلْفِي أَيْ حَاجَتِي Ve meşy ve sâ΄ir hâlâtte bir adama mütâbaʹat eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: جَاءَ عَلَى ظِلْفِهِ أَيْ مُتَابِعًا لَهُ Ve murâd ve maksûd maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: وَجَدَ ظِلْفَهُ أَيْ مُرَادَهُ ve tekûlu’l-ʹArab: وَجَدَتِ الشَّاةُ ظِلْفَهَا أَيْ وَجَدَتْ مَرْعًى مُوَافِقًا فَلاَ تَبْرَحُ عَنْهُ Yaʹnî “Koyun dil-hâhına muvâfık otlak bulmakla min-baʹd ondan dûr olmaz.” Şârihin beyânına göre وَجَدَتْ مَكَانًا لِظِلْفِهَا sebkindedir.

Vankulu Lugatı - الظلف maddesi

اَلظُّلَّفُ [eż-żullef] (żâ’nın zammı ve lâm’ın fethi ve teşdîdiyle) Berk tırnak maʹnâsında istiʹmâl olunur te΄kîden; yukâlu: ظَلُوفٌ ظُلَّفٌ أَيْ شِدَادٌ

اَلظَّلَفُ [eż-żalef] (fethateynle) Heder maʹnâsına; yukâlu: ذَهَبَ دَمُهُ ظَلَفًا وَظَلْفًا بِالتَّسْكِينِ أَيْ هَدَرًا بَاطِلًا Ebû ʹAmr eyitti: Ben bunu żâ ile ve ṯâ ile istimâʹ ettim. Ve

ظَلَفٌ [żalef] İmtinâʹ maʹnâsına dahi gelir; yukâlu: ظَلِفَتْ نَفْسِي عَنْ كَذَا تَظْلَفُ ظَلَفًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا كَفَّتْ Ve

ظَلَفٌ [żalef] Maʹîşet şiddet üzere olmağa derler.

اَلظَّلْفُ [eż-żalf] (żâ’nın fethi ve lâm’ın sükûnuyla) Tırnağa vurmak; yukâlu: رَمَيْتُ الصَّيْدَ فَظَلَفْتُهُ إِذَا أَصَبْتَ ظِلْفَهُ Ve

ظَلْفٌ [żalf] Menʹ maʹnâsına da gelir; yukâlu: ظَلَفَ نَفْسَهُ عَنِ الشَّيْءِ يَظْلِفُهَا ظَلْفًا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي Ve

ظَلْفٌ [żalf] Eseri gizlemeğe dahi derler; yukâlu: ظَلَفْتُ أَثَرِي إِذَا مَشَيْتَ فِي الْحُزُونَةِ لِئَلَّا يَتَبَيَّنَ أَثَرُكَ فِيهَا Ve حُزُونَةٌ [ḩuzûnet] ḩâ-i mühmele ve zâ-i muʹceme ile yer berk olmak.

اَلظِّلْفُ [eż-żilf] (żâ’nın kesri ve lâm’ın sükûnuyla) Koyun ve sığır ve geyik tırnaklarına ıtlâk olunur. Ve ʹAmr b. Maʹdîkereb: “وَخَيْلٍ تَطَأْكُمْ بِأَظْلَافِهَا” kavlinde at tırnağına ıtlâk etti istiʹâreten.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı