el-ḵuṡb ~ اَلْقُصْبُ

Kamus-ı Muhit - القصب maddesi

اَلْقُصْبُ [el-ḵuṡb] (ḵâf’ın zammı ve ṡâd’ın sükûnuyla) Arkaya denir, ظَهْرٌ [żahr] maʹnâsına. Ve bağırsağa denir, مِعًى [miʹâ] maʹnâsına. Cemʹi أَقْصَابٌ [aḵṡâb] gelir.

اَلْقَصَبُ [el-ḵaṡab] (fethateynle) Sâkında boğumları olan her nebâta ıtlâk olunur ki kamış taʹbîr olunur. Müfredi قَصَبَةٌ [ḵaṡabet]tir hâ’yla ve قَصْبَاةٌ [ḵaṡbât]tır, ṡâd’ın sükûnu ve elif ilhâkıyla. Ve cemâʹatine ve menbitine قَصْبَاءُ [ḵaṡbâ΄] denir, kamışlık, neyistân maʹnâsına.

اَلْقَصْبُ [el-ḵaṡb] (غَصْبٌ [ġaṡb] vezninde) Kesmek maʹnâsınadır; yukâlu: قَصَبَهُ قَصْبًا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي إِذَا قَطَعَهُ Koyun kassâbı bu maʹnâdan me΄hûzdur. Ve

قَصْبٌ [ḵaṡb] Kassâb zebh eylediği hayvânın kasabını bend bend ayırıp paralamak maʹnâsınadır; yukâlu: قَصَبَ الْقَصَّابُ الشَّاةَ إِذَا فَصَلَ قَصَبَهَا Ve

قَصْبٌ [ḵaṡb] ve

قَصُوبٌ [ḵaṡûb] Deve su içmekten imtinâʹla başını yukarı kaldırmak maʹnâsınadır; yukâlu: قَصَبَ الْبَعِيرُ قَصْبًا وَقُصُوبًا إِذَا امْتَنَعَ مِنْ شُرْبِ الْمَاءِ فَرَفَعَ رَأْسَهُ عَنْهُ Ve bir kimseyi suya henüz kanmaksızın su içmekten menʹ eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: قَصَبَ فُلاَنًا إِذَا مَنَعَهُ مِنَ الشُّرْبِ قَبْلَ أَنْ يَرْوَى Ve bir kimseyi ʹayblamak maʹnâsınadır; yukâlu: قَصَبَهُ إِذَا عَابَهُ Ve bir kimseye sövmek maʹnâsınadır; yukâlu: قَصَبَهُ إِذَا شَتَمَهُ Ve bunlar mecâzdır.

Vankulu Lugatı - القصب maddesi

اَلْقُصْبُ [el-ḵuṡb] (ḵâf’ın zammıyla ve ṡâd’ın sükûnuyla) Bağırsak ki karında olur, مِعَاءٌ [miʹâ΄] maʹnâsına, mîm’in kesri ve ʹayn’ın fethiyle; yukâlu: هُوَ يَجُرُّ قُصْبَهُ Yaʹnî “Bağırsağını çeker.”

اَلْقَصَبُ [el-ḵaṡab] (ḵâf’ın ve ṡâd’ın fethiyle) Kamış. Ve her müdevver kemik ki içi boş ola, ona قَصَبٌ [ḵaṡab] derler. Ve her müdevver nesne ki gümüşten düzerler, ona dahi قَصَبٌ [ḵaṡab] derler. Ve

قَصَبٌ [ḵaṡab] Pınarlardan su aktığı yerlere derler. Baʹzılar eyitti قَصَبُ الْبَطْحَاءِ [ḵaṡabu’l-baṯḩâ΄] şol sulardır ki derelerden kuyulara akar. Ve

قَصَبٌ [ḵaṡab] Nefes mecrâsı olan damarlara da derler ki ona عُرُوقُ الرِّئَةِ [ʹurûḵu’r-ri΄et] derler. Ve

قَصَبٌ [ḵaṡab] İnce keten bezine derler. Ve

قَصَبٌ [ḵaṡab] Uzun cevherlere derler ki kamış gibi ola. Ve fi’l-hadîsi: “بَشِّرْ خَدِيجَةَ بِبَيْتٍ فِي الْجَنَّةِ مِنْ قَصَبٍ”

اَلْقَصْبُ [el-ḵaṡb] Kesmek, katʹ maʹnâsına; yukâlu: قَصَبَ الْقَصَّابُ الشَّاةَ قَصْبًا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي إِذَا قَطَعَهَا عُضْوًا عُضْوًا Ve taʹyîb etmek maʹnâsına da gelir; yukâlu: قَصَبَهُ إِذَا عَابَهُ Ve sudan menʹ etmek maʹnâsına da gelir; yukâlu: قَصَبْتُ الْبَعِيرَ وَغَيْرَهُ إِذَا قَطَعْتَ عَلَيْهِ شُرْبَهُ قَبْلَ أَنْ يَرْوَى Yaʹnî suya kanmazdan o sudan katʹ olunsa böyle derler. Ve sudan imtinâʹ etmek maʹnâsına da gelir; yukâlu: قَصَبَ الْبَعِيرُ شُرْبَهُ إِذَا امْتَنَعَ مِنْهُ قَبْلَ أَنْ يَرْوَى

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı