el-leġab ~ اَللَّغَبُ

Kamus-ı Muhit - اللغب maddesi

اَللَّغَبُ [el-leġab] (fethateynle) لَغْبٌ [laġb] lafzında lügattir ki fâsid yeleğe denir. Bu maʹnâdandır ki ʹArablar “filânın ensesinden yetişti” diyecek yerde أَخَذَ بِلَغَبِ رَقَبَتِهِ derler, أَدْرَكَهُ maʹnâsına, gûyâ ki boynunun yeleğinden tutmuş olur.

اَللَّغْبُ [el-laġb] (lâm’ın fethi ve ġayn-ı muʹcemenin sükûnuyla) ve

اَللَّغُوبُ [el-laġûb] (قَبُولٌ [ḵabûl] vezninde) ve

اَللُّغُوبُ [el-luġûb] (قُعُودٌ [ḵuʹûd] vezninde) Ziyâdesiyle yorulup dermânde ve bî-tâb olmak maʹnâsınadır ki tâkati tâk olmak taʹbîr olunur; yukâlu: لَغَبَ الرَّجُلُ وَلَغِبَ وَلَغُبَ لَغْبًا وَلَغُوبًا وَلُغُوبًا مِنَ الْبَابِ الثَّالِثِ وَالرَّابِعِ وَالْخَامِسِ إِذَا أَعْيَا أَشَدَّ الْإِعْيَاءِ Bunun bâb-ı hâmisten vürûdu e΄imme-i lügatten Ebû Caʹfer Aḩmed b. Yûsuf el-Fihrî el-Leblî rivâyetidir; Endelüs kurrâlarından Leble nâm karyeye mensûbdur. Ve

لَغْبٌ [laġb] (ضَرْبٌ [ḋarb] vezninde) Ön dişlerin aralığında olan ete denir. Ve fâsid ve tebâh olmuş ok yeleğine denir ki ok yeleğinin içeride kalan tarafları olacaktır ki uzunca ve gayr-i makbûldür. Ona بُطْنَانٌ [buṯnân] dahi derler, niteki taşrada kalan tarafına ظُهْرَانٌ [żuhrân] derler. Ve

لَغْبٌ [laġb] Fâsid ve kabîh ve bâtıl kelâma ıtlâk olunur. Ve zaʹîfü’r-re΄y ve süst-tedbîr olan ahmak ve sebük-magz kimseye ıtlâk olunur. Ve hoşça yonulup iyice düzlenmemekle istiʹmâle salâhiyyeti olmayan fâsid oka ıtlâk olunur. Ve

لَغْبٌ [laġb] Masdar olur, bir şey΄e fesâd ilkâsıyla tebâh eylemek maʹnâsına; yukâlu: لَغَبَ عَلَى الْقَوْمِ لَغْبًا مِنَ الْبَابِ الثَّالِثِ إِذَا أَفْسَدَ Ve bir kimseye bir fâsid kelâm veyâhûd fâsid haber söylemek maʹnâsınadır; yukâlu: لَغَبَ الْقَوْمَ إِذَا حَدَّثَهُمْ حَدِيثًا خَلْفًا Ve köpek ağızını kaba kacağa sokup yalamak maʹnâsınadır; yukâlu: لَغَبَ الْكَلْبُ اْلإِنَاءَ إِذَا وَلَغَ

Vankulu Lugatı - اللغب maddesi

اَللَّغْبُ [el-laġb] (lâm’ın fethiyle ve ġayn’ın sükûnuyla) Zaʹîf maʹnâsına; yukâlu: رَجُلٌ لَغْبٌ بِالتَّسْكِينِ أَيْ ضَعِيفٌ بَيِّنُ اللَّغَابَةِ ve

لَغْبٌ [laġb] Fâsid olan yeleğe derler ki o, yeleğin içeride kalan cânibleridir ki ona بُطْنَانٌ [buṯnân] derler, taşrada kalan câniblerine ظُهْرَانٌ [żuhrân] dedikleri gibi. Ve bi’l-cümle kanat yelekleri ki bir cânibi uzun ve bir cânibi kısa olur, kısa câniblerine ظُهْرَانٌ [żuhrân] derler, makbûl olan budur. Ve bu makâmda sâhib-i Ṡurâḩلَغْبٌ [laġb] “perhâ-yı zerd-i rîze-i murg, لُغَابٌ [luġâb] misluhu” demiştir galat etmiştir, zîrâ لَغْبٌ [laġb] yeleğin makbûl olmayan cânibidir ve bu maʹnâyı Cevherî’nin وَاللَّغْبُ أَيْضًا الرِّيشُ الْفَاسِدُ مِثْلُ الْبُطْنَانِ dediği müşʹirdir. Ve

لَغْبٌ [laġb] Fâsid kılmak maʹnâsına da gelir; yukâlu: لَغَبْتُ عَلَى الْقَوْمِ أَلْغَبُ بِالْفَتْحِ فِيهِمَا أَيْ أَفْسَدْتُ عَلَيْهِمْ

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı