اَلسِّعْرُ [es-siʹr] (sîn’in kesriyle) Satılık nesnenin pahasının mukavvemün ʹaleyhi olan şey΄e denir ki narh taʹbîr olunur. Cemʹi أَسْعَارٌ [esʹâr]dır. Ve bu إِسْعَارُ نَارٍ [isʹâru nâr] maʹnâsından müteşaʹʹibdir; yukâlu: رَخَصَ السِّعْرُ وَهُوَ الَّذِي يَقُومُ عَلَيْهِ الثَّمَنُ Ve
سِعْرٌ [Siʹr] Esâmîdendir: Siʹru’d-Du΄elî ʹinde’l-baʹz ashâbdandır. Ve Ebû Siʹr Manżûr b. Ḩabbe râciz-i maʹrûftur.
اَلسُّعْرُ [es-suʹr] (sîn’in zammıyla) ve
اَلسُّعَارُ [es-suʹâr] (غُرَابٌ [ġurâb] vezninde) Issılığa denir; yukâlu: ضَرَبَهُ السُّعْرُ وَالسُّعَارُ أَيْ الْحَرُّ Ve
سُعْرٌ [suʹr] Deliliğe denir; yukâlu: أَخَذَهُ السُّعْرُ أَيِ الْجُنُونُ Ve
سُعْرٌ [suʹr] ve
سُعَارٌ [suʹâr] Açlığa denir, ʹalâ-kavlin قَرَمٌ [ḵarem] maʹnâsınadır ki hâssaten et kısmına olan iştihâ ve ârzûdan ʹibârettir; tekulu: بِي سُعْرٌ وَسُعَارٌ أَيْ جُوعٌ أَوْ قَرَمٌ Ve
سُعْرٌ [suʹr] Bir marazın âhere sirâyet eylemesine denir; yukâlu: جَرَبَتِ الْإِبِلُ بِالسُّعْرِ أَيِ الْعَدْوَى
اَلسُّعُرُ [es-suʹur] (zammeteynle) ʹAzâb zahmetine derler. Ferrâ rivâyetinde ki Bârî taʹâlanın ﴿إِنَّ الْمُجْرِمِينَ فِي ضَلَالٍ وَسُعُرٍ﴾ (القمر 47) kavlinde vâkiʹ olmuştur. Ve
سُعُرٌ [suʹur] Kezâlik cünûna dahi derler.
اَلسَّعْرُ [es-saʹr] (sîn’in fethi ve ʹayn’ın sükûnuyla) Âteşi yalınlandırmak; yukâlu: سَعَرْتُ النَّارَ وَالْحَرْبَ مِنَ الْبَابِ الثَّالِثِ أَيْ هَيَّجْتُهَا وَأَلْهَبْتُهَا Ve kuri΄e: ﴿وَإِذَا الْجَحِيمُ سُعِّرَتْ﴾ (التكوير 12) وَسُعِرَتْ بِالتَّخْفِيفِ وَالتَّشْدِيدِ لِلْمُبَالَغَةِ Ve
سَعْرٌ [saʹr] Yandırıp acıtmağa dahi derler; yukâlu: سَعَرْنَاهُمْ بِالنَّبْلِ أَيْ أَحْرَقْنَاهُمْ ve yukâlu: ضَرْبٌ هَبْرٌ وَطَعْنٌ نَتْرٌ وَرَمْيٌ سَعْرٌ Ve هَبْرٌ [hebr] et koparıcı vurmağa derler, yâ-i muvahhade ile ve نَتْرٌ [netr] kapmak gibi olan dürtmeğe derler, nûn’la ve tâ-i müsennâtla. Ve
سَعْرٌ [saʹr] Şerr cihetinde vüsʹat vermeğe dahi derler; yukâlu: سَعَرَهُمْ شَرًّا أَيْ أَوْسَعَهُمْ وَلَا يُقَالُ أَسْعَرَهُمْ Ve أَسْعَرُ [Esʹar]-ı Cuʹfî’ye أَسْعَرُ dediler şiʹrinde أَسْعَرُ lafzın îrad ettiği için.
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı