saʹf ~ سَعْفٌ

Kamus-ı Muhit - سعف maddesi

اَلسَّعْفُ [es-saʹf] (sîn’in fethi ve ʹayn’ın sükûnuyla) Satılık kumaşa denir, سِلْعَةٌ [silʹat] maʹnâsına. Ve füru-mâye ve nežl ve rezîl adama denir. Ve

سَعْفٌ [saʹf] Masdar olur, iş bitirmek maʹnâsına; yukâlu: سَعَفَ بِحَاجَتِهِ سَعْفًا مِنَ الْبَابِ الثَّالِثِ إِذَا قَضَاهَا لَهُ

اَلسَّعَفُ [es-seʹaf] (fethateynle) Hurmâ ağacının dalına denir, جَرِيدُ النَّخْلِ [cerîdu’n-naḣl] maʹnâsına, ʹalâ-kavlin yaprağına denir, ekserî kurusuna denir; yaşına شَطْبَةٌ [şaṯbet] derler; yukâlu: قَطَعَ سَعَفَ النَّخْلَةِ أَيْ جَرِيدَهَا أَوْ وَرَقَهَا وَأَكْثَرُ مَا يُقَالُ إِذَا يَبِسَتْ وَإِذَا كَانَتْ رَطْبَةً فَشَطْبَةٌ Ve

سَعَفٌ [seʹaf] Masdar olur, tırnağın çevresi pürüzlenmek maʹnâsınadır; yukâlu: سَعِفَ حَوْلَ أَظْفَارِهِ سَعَفًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا تَشَعَّثَ Ve

سَعَفٌ [seʹaf] Gelin cihâzına denir; cemʹi سُعُوفٌ [suʹûf] gelir; yukâlu: جَهَزَ سَعَفَ الْعَرُوسِ أَيْ جَهَازَهَا Ve bir maraz adıdır ki deve kısmının ağızlarında hâdis olur, جَرَبٌ [cereb] gibi; burnunun ve etrâfının kılları yüzülüp dökülür. Bu maraz erkek develerde kalîl olur, hemîn nâka kısmına mahsûstur. Ve köle ve câriye ve hâne ve ʹakâr makûlesi mâl-ı memlûk ki bâlig ve nefîs ve fâhir ola, سَعَفٌ [seʹaf] ıtlâk olunur.

Vankulu Lugatı - سعف maddesi

اَلسَّعَفُ [es-seʹaf] (kezâlik fethateynle) Cemʹi. Ve

سَعَفٌ [seʹaf] Tırnakların etrâfı soyulup didilmeğe dahi derler; yukâlu: سَعِفَتْ يَدُهُ مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ مِثْلُ سَئِفَتْ عَلَى مَا مَرَّ Ve İbnu’s-Sikkît eyitti: سَعَفٌ [seʹaf] bir marazdır ki devenin ağzına ʹârız olup burnunun kılları ve gözlerinin etrâfının kılları dökülür.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı