ḵabl ~ قَبْلُ

Kamus-ı Muhit - قبل maddesi

قَبْلُ [ḵabl] (ḵâf’ın fethi ve zamm üzere binâ ile) بَعْدُ [baʹd] kelimesinin nakîzidir, Fârisîde pîş ve Türkîde ileri ve öndün taʹbîr olunur; ve yukâlu: أَتَيْتُكَ مِنْ قَبْلُ وَقَبْلُ مَبْنِيَّيْنِ عَلَى الضَّمِّ وَيُقَالُ قَبْلًا وَقَبْلٌ مُنَوَّنَتَيْنِ الْأَوَّلُ بِالنَّصْبِ وَالثَّانِي بِالضَّمِّ وَيُقَالُ قَبْلَ بِالْفَتْحِ

اَلْقُبُلُ [el-ḵubul] (zammeteynle) Öne denir ki art mukâbilidir; yukâlu: جَاءَ مِنْ قُبْلٍ وَقُبُلٍ ضِدُّ دُبْرٍ وَدُبُرٍ Ve

قُبْلُ الْجَبَلِ [ḵublu’l-cebel] (ḵâf’ın zammıyla) Dağın yöresine ıtlâk olunur; yukâlu: يَمْشِي مِنْ قُبْلِ الْجَبَلِ أَيْ مِنْ سَفْحِهِ Ve

قُبْلُ الزَّمَنِ [kublu’z-zemen] Mevsimin evvel hengâmına ıtlâk olunur; yukâlu: كَانَ ذَلِكَ فِي قُبْلِ الصَّيْفِ أَيْ فِي أَوَّلِهِ Ve

قُبْلٌ [ḵubl] Doğru cihete ıtlâk olunur; ve minhu kavluhum: إِذًا أُقْبِلُ قُبْلَكَ أَيْ أَقْصِدُ قَصْدَكَ وَأَتَوَجَّهُ نَحْوَكَ Ve

قُبُلٌ [ḵubul] (zammeteynle) ʹAyân ve âşikâre maʹnâsınadır, ke-mâ se-yuzkeru.

اَلْقَبَلُ [el-ḵabel] (fethateynle) Yolda giderken karşıdan peydâ olan tümsek ve yüce yere denir, ʹalâ-kavlin höyük yâhûd dağ tepesine yâhûd kum yığınına denir ki mukâbeleye gelir. Ve açık ve işlek yola denir. Ve ebe kadın iyice ve üstâdâne ebelik eylemeğe denir; yukâlu: بِالْقَابِلَةِ قَبَلٌ أَيْ لُطْفٌ لِإِخْرَاجِ الْوَلَدِ Ve apşaklığa denir; yukâlu: فِي رِجْلِهِ قَبَلٌ أَيْ فَحَجٌ Ve قَبَلُ الْعَيْنِ [ḵabelu’l-ʹayn] gözün siyâhı burna doğru meyilli olmağa yâhûd şaşılık hey΄etinde yâhûd şaşılık hey΄etinden latîf ve nâzük olmağa denir yâhûd iki gözün siyâhları birbirine doğru mâ΄il ve müteveccih olmağa yâhûd burnun sırtına meyilli olmağa yâhûd hâne-i çeşm üzere yaʹnî gözün oyumu üzere yâhûd yukarı kaşa doğru mâ΄il olmağa yâhûd iki gözün bakışları birbirine mâ΄il ve nâzır olmağa denir. Ve bu maʹnâda masdar olur; yukâlu: قَبَلَتْ عَيْنُهُ وَقَبِلَتْ قَبَلًا مِنَ الْبَابِ الْأَوَّلِ وَالرَّابِعِ وَيُقَالُ بِعَيْنِهِ قَبَلٌ وَهُوَ إِقْبَالُ سَوَادِهَا عَلَى الْأَنْفِ أَوْ مِثْلُ الْحَوَلِ أَوْ أَحْسَنُ مِنْهُ أَوْ إِقْبَالُ إِحْدَى الْحَدَقَتَيْنِ عَلَى الْأُخْرَى أَوْ إِقْبَالُهَا عَلَى عُرْضِ الْأَنْفِ أَوْ عَلَى الْمَحْجِرِ أَوْ عَلَى الْحَاجِبِ أَوْ إِقْبَالُ نَظَرِ كُلٍّ مِنَ الْعَيْنَيْنِ عَلَى صَاحِبِهَا Ve

قَبَلٌ [ḵabel] Devenin başına su dökülerek su içmeğe denir ki havuza oluktan su akarken içmesinden ʹibârettir. Ve koyun kısmının boynuzları yüzüne doğru çökük olmak maʹnâsınadır; yukâlu: قَبِلَتِ الشَّاةُ قَبَلًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا صَارَ قَرْنَاهَا مُقْبِلًا عَلَى وَجْهِهَا Ve bir adam bir sözü bî-tevakkuf bi’l-bedâhe söylemeğe denir ki mukaddemce onu tehyi΄e ve tasmîm eylememişti; yukâlu: قَالَهُ قَبَلًا وَهُوَ أَنْ يَتَكَلَّمَ بِكَلَامٍ وَلَمْ يَسْتَعِدَّ لَهُ Ve hilâli cümleden evvel görmek, ʹalâ-kavlin mutlakan en evvel mer΄î olan şey΄e denir. Ve قَبَلَةٌ [ḵabelet] kelimesinden cemʹi olur ki ağırşağa denir, فُلْكَةٌ [fulket] maʹnâsına. Ve bir gûne boncuk ismidir ki nisvân-ı ʹArab teshîr ve te΄hîz için ona efsûn ederler, ʹalâ-kavlin fîl kemiğinden düzülmüş değirmi ve berrâk nesnedir ki karılar boyunlarına ve atların boyunlarına da taʹlîk ederler. Ve

قَبَلٌ [ḵabel] قَبِيلٌ [ḵabîl] gibi ʹayân ve âşikâre maʹnâsınadır, ke-mâ se-yuzkeru. Ve gelecek vakt ve zamâna ıtlâk olunur. Bunda عِنَبٌ [ʹineb] vezninde dahi lügattır; ve minhu yukâlu: لَا أُكَلِّمُكَ إِلَي عَشْرٍ مِنْ ذِي قِبَلٍ وَقَبَلٍ أَيْ فِيمَا أَسْتَأْنِفُ يَعْنِي أَسْتَقْبِلُ مِنْ وَقْتٍ مُسْتَقْبَلٍ أَوْ مَعْنى الْمُحَرَّكَةِ لَا أُكَلِّمُكَ إِلَى عَشْرٍ تَسْتَقْبِلُهَا وَمَعْنَى الْمَكْسُورَةِ الْقَافِ لَا أُكَلِّمُكَ إِلَى عَشْرٍ مِمَّا تُشَاهِدُهُ مِنَ الْأَيَّامِ أَيْ فِيمَا تَسْتَقْبِلُ Ve

قَبَلٌ [Ḵabel] (جَبَلٌ [cebel] vezninde) Dûmetu’l-Cendel kurbünde bir dağın adıdır.

اَلْقَبْلُ [el-ḵabl] (ḵâf’ın fethiyle) Naʹleyne قِبَالَةٌ [ḵibâlet] dediği zikr olunan tasmayı geçirmek maʹnâsınadır; yukâlu: قَبَلَ النَّعْلَ قَبْلًا مِنَ الْبَابِ الثَّالِثِ إِذَا جَعَلَ لَهَا قِبَالَيْنِ Burada bâb-ı sâlis bilâ-şart vârid olmuştur. Ve burada إِقْبَالٌ [iḵbâl] ve مُقَابَلَةٌ [muḵâbelet] ve قَبْلٌ [ḵabl] beynlerinde baʹzılara göre ihtilâf olmakla ʹan-karîb zikr olunur. Ve

قَبْلٌ [ḵabl] Gece قَابِلَةٌ [ḵâbilet] olmak maʹnâsınadır; yukâlu: قَبَلَتِ اللَّيْلَةُ إِذَا صَارَتْ قَابِلَةً Ve

قَبْلٌ [ḵabl] ve

قُبُولٌ [ḵubûl] (ḵâf’ın zammı ve fethiyle) قَبُولٌ [ḵabûl] dediği rüzgâr esmek maʹnâsınadır; yukâlu: قَبَلَتِ الْقَبُولُ قَبْلًا وَقُبُولًا وَقَبُولًا مِنَ الْبَابِ الْأَوَّلِ إِذَا هَبَّتْ Ve

قَبْلٌ [ḵabl] Bir nesneye başlayıp ona idmân ve müdâvemet eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: قَبَلَ عَلَى الشَّيْءِ قَبْلًا إِذَا لَزِمَهُ وَأَخَذَ فِيهِ

اَلْقِبَلُ [el-ḵibel] (عِنَبٌ [ʹineb] vezninde) ve

اَلْقَبَلِيُّ [el-ḵabeliyy] (عَرَبِيٌّ [ʹarabiyy] vezninde) Bunlar da karşıda ʹayân ve âşikâre olan şey΄e denir; tekûlu: رَأَيْتُهُ قَبَلًا مُحَرَّكَةً وَقُبُلًا بِضَمَّتَيْنِ وَقُبَلًا كَصُرَدٍ وَقِبَلًا كَعِنَبٍ وَقَبَلِيًّا وَقَبِيلًا أَيْ عَيَانًا وَمُقَابَلَةً Ve

قِبَلٌ [ḵibel] (عِنَبٌ [ʹineb] vezninde) عِنْدَ [ʹinde] maʹnâsına müstaʹmeldir; tekûlu: لِي قِبَلَ فُلَانٍ حَقٌّ أَيْ عِنْدَهُ Ve tâb u tâkat ve mukâvemet maʹnâsına müstaʹmeldir ki bundan karşılık ile taʹbîr olunur; tekûlu: مَا لِي بِهِ قِبَلٌ أَيْ طَاقَةٌ Ve

ذِي قِبَلٍ [žî ḵibel] Gelecek zamândan kinâye olur ki zikr olundu.

Vankulu Lugatı - قبل maddesi

قَبْلُ [ḵabl] (ḵâf’ın fethi ve bâ’nın sükûnuyla) İleri ki gerinin mukâbilidir.

اَلْقَبَلُ [el-ḵabel] (fethateynle) Şol yüksek yerdir ki mukâbeleye gele; yukâlu: رَأَيْتُ بِذَلِكَ الْقَبَلَ شَخْصًا Ve

قَبَلٌ [ḵabel] فَحَجٌ [feḩac] maʹnâsına da gelir. Ve فَحَجٌ [feḩac] ayakların burnu birbirine karîb olup ökçeleri birbirinden ırak olmadır. Ve

قَبَلٌ [ḵabel] Hilâl ibtidâ görünmeğe dahi derler; yukâlu: رَأَيْتُ الْهِلَالَ قَبَلًا إِذَا لَمْ يَكُنْ رُئِيَ قَبْلَ ذَلِكَ Ve

قَبَلٌ [ḵabel] Gözün karası burun cânibine ikbâl etmeğe dahi derler; yukâlu: قَبِلَتْ عَيْنُهُ مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ Ve

قَبَلٌ [ḵabel] Deve çeşmede su içerken su devenin başına dökülmeğe dahi derler, deve için su içmeğe yer hâzır bulunmamağın. Ve

قَبَلٌ [ḵabel] Bir nesneyi ʹale’l-fevr söyleyip iyi söylemeğe dahi derler; yukâlu: تَكَلَّمَ فُلَانٌ قَبَلًا فَأَجَادَ وَهُوَ أَنْ يَتَكَلَّمَ وَلَمْ يَسْتَعِدَّ لَهُ Aṡmaʹî eyitti: رَجَزْتُهُ قَبَلًا derler, kaçan bî-tevakkuf recez getirse, yaʹnî recez bahrinde şiʹr söylese. Ve

قَبَلٌ [ḵabel] Kezâlik قَبَلَةٌ [ḵabelet]in cemʹidir. Ve قَبَلَةٌ [ḵabelet] şol boncuktur ki ağırşağa benzer, onu at boynuna asarlar, efsûn kısmındandır, sâhir olan kimse يَا قَبَلَةُ أَقْبِلِيهِ der. Ve gâh olur onu sâ΄ir davarın dahi boynuna asarlar, göz değmesin diye. Ve

قَبَلٌ [ḵabel] مُقَابَلَةً [muḵâbelet] maʹnâsına da gelir; yukâlu: رَأَيْتُهُ قَبَلًا وَقِبَلًا أَيْ مُقَابَلَةً وَعِيَانًا

اَلْقُبْلُ [el-ḵubl] (ḵâf’ın zammı ve bâ’nın sükûnuyla) Ön ki ardın mukâbilidir. Ve

قُبْلٌ [ḵubl] Nişânın üstüne dahi derler; yukâlu: وَقَعَ السَّهْمُ بِقُبُلِ الْهَدَفِ وَبِدُبْرِهِ ve yukâlu: قُدَّ قَمِيصُهُ مِنْ قُبُلٍ وَمِنْ دُبُرٍ bâ’nın zammı ile dahi lügattir, مِنْ مُقَدَّمِهِ وَمِنْ مُؤَخَّرِهِ maʹnâsına. Ve

قُبْلٌ [ḵubl] Dağ dibine dahi derler; yukâlu: إِنْزِلْ بِقُبْلِ هَذَا الْجَبَلِ أَيْ بِسَفْحِهِ Ve سَفْحٌ [sefḩ] sîn ve ḩâ΄-i mühmeleteynle dağ dibine derler. Ve

قُبْلٌ [ḵubl] Bir mevsimin evveline dahi derler; yukâlu: كَانَ ذَلِكَ فِي قُبْلِ الشِّتَاءِ وَفِي قُبْلِ الصَّيْفِ أَيْ فِي أَوَّلِهِ Ve

قُبْلٌ [ḵubl] Cihet maʹnâsına da gelir; yukâlu: إِذَنْ أَقْبِلَ قُبْلَكَ أَيْ أَقْصِدَ قَصْدَكَ وَأَتَوَجَّهَ نَحْوَكَ

اَلْقِبَلُ [el-ḵibel] (ḵâf’ın kesri ve bâ’nın fethi ile) مُقَابَلَةٌ [muḵâbelet] maʹnâsına. Kâlallâhu taʹâlâ: ﴿أَوْ يَأْتِيَهُمُ الْعَذَابُ قُبُلًا﴾ (الكهف، 55) أَيْ عَيَانًا Ve

قِبَلٌ [ḵibel] عِنْدَ maʹnâsına dahi gelir; yukâlu: لِي قِبَلَ فُلَانٍ حَقٌّ أَيْ عِنْدَهُ Ve

ذِيقِبَلٍ [žî ḵibel] Gelecek zamân maʹnâsına dahi gelir; yukâlu: لَا أُكَلِّمُكَ إِلَى عَشْرٍ مِنْ ذِي قِبَلٍ أَيْ فِيمَا اَسْتَأْنِفُ Ve

قِبَلٌ [ḵibel] Tâkat maʹnâsına da gelir; yukâlu: مَا لِي بِهِ قِبَلٌ أَيْ طَاقَةٌ

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı