اَلْعَنُودُ [el-ʹanûd] (صَبُورٌ [ṡabûr] vezninde) Yağmuru çok buluta ıtlâk olunur; yukâlu: سَحَابَةٌ عَنُودٌ أَيْ كَثِيرَةُ الْمَطَرِ Ve şol kumar okuna ıtlâk olunur ki sâ΄ir okların cihetlerine mugâyir nasîbli zuhûr eyleye.
اَلْعُنُودُ [el-ʹunûd] (قُعُودٌ [ḵuʹûd] vezninde) Doğru yoldan sapmak maʹnâsınadır; yukâlu: عَنَدَ عَنِ الطَّرِيقِ وَعَنِدَ وَعَنُدَ عُنُودًا مِنَ الْبَابِ اْلأَوَّلِ وَالرَّابِعِ وَالْخَامِسِ إِذَا مَالَ Ve damardan kan kesilmeyip muttasıl akmak maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: عَنَدَ الْعِرْقُ إِذَا سَالَ فَلَمْ يَرْقَأْ Ve davar sürüden ayrılıp yalnızca otlamak maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: عَنَدَتِ النَّاقَةُ إِذَا رَعَتْ وَحْدَهَا Ve bir adam hakkı bilerek redd ve muhâlefet eylemek maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: عَنَدَ الرَّجُلُ إِذَا خَالَفَ الْحَقَّ وَرَدَّهُ عَارِفًا بِهِ Esâs’ın beyânına göre bu maʹnâya mevzûʹdur, mâ-ʹadâsı bundan müteferriʹdir.
اَلْعَنُودُ [el-ʹanûd] (ʹayn’ın fethi ve nûn’un zammıyla) ʹUdûl eden kimse. Ve
عَنُودٌ [ʹanûd] Şol nâkaya derler ki bir kenârda otlaya.
اَلْعُنُودُ [el-ʹunûd] (zammeteynle) ʹUdûl ve rücûʹ maʹnâsına; yukâlu: عَنَدَ عَنِ الطَّرِيقِ يَعْنُدُ عُنُودًا مِنَ الْبَابِ الْأَوَّلِ إِذَا عَدَلَ Ve
عُنُودٌ [ʹunûd] Hakkı bilirken hilâfın işlemek; yukâlu: عَنَدَ يَعْنِدُ عُنُودًا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي إِذَا خَالَفَ وَرَدَّ الْحَقَّ وَهُوَ يَعْرِفُهُ
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı