اَلْفَتَّانُ [el-fettân] (شَدَّادٌ [şeddâd] vezninde) ve
اَلْفَاتِنُ [el-fâtin] Uğruya denir; yukâlu: رَجُلٌ فَتَّانٌ وَفَاتِنٌ أَيْ لِصٌّ Ve şeytâna denir. Ve
فَتَّانٌ [fettân] Kuyumcuya denir, izâbe-i zeheb eylediği için; yukâlu: هُوَ فَتَّانٌ أَيْ صَائِغٌ
اَلْفَاتِنُ [el-fâtin] (tâ’nın kesriyle) Âfete uğrayan kimse; yukâlu: قَلْبٌ فَاتِنٌ أَيْ مُفْتَتَنٌ ve
فَاتِنٌ [fâtin] Tarîk-i haktan azdırıcıya dahi derler, مُضِلٌّ [muḋill] maʹnâsına. Ferrâ eyitti: Ehl-i Ḩicâz مَا أَنْتُمْ عَلَيْهِ بِفَاتِنِينَ derler. Ve ehl-i Necd بِمُفْتِنِينَ derler,أَفْتَنْتُ den ahz edip أَضْلَلْتُ maʹnâsına.
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı