اَلْقُوَامُ [el-ḵuvâm] (غُرَابٌ [ġurâb] vezninde) Bir marazdır ki koyun kısmının ayaklarına ʹârız olmakla aslâ yatmayıp dâ΄imâ ayakta durur.
اَلْقِوَامُ [el-ḵivâm] (قِتَالٌ [ḵitâl] vezninde) مُفَاعَلَةٌ [mufâʹalet]ten masdardır, bir kimse ile bilece kâ΄im olmak maʹnâsınadır; tekûlu: قَاوَمْتُهُ قِوَامًا إِذَا قُمْتَ مَعَهُ Ve
قِوَامٌ [ḵivâm] İsm olur, fi’l-asl masdar-ı sülâsîdir, bir işin ve bir nesnenin nizâmı ve medâr-ı sebât u ʹimâdına denir ki o iş ve o nesne onunla sûret-i vücûd ve sebât bulur; vâv’ı yâ’ya ibdâlle قِيَامٌ [ḵiyâm] dahi denir; yukâlu: هُوَ قِوَامُ ذَلِكَ الْأَمْرِ وَقِيَامُهُ أَيْ نِظَامُهُ وَعِمَادُهُ وَمِلَاكُهُ
اَلْقَوِيمُ [el-ḵavîm] (أَمِيرٌ [emîr] vezninde) ve
اَلْقَوَّامُ [el-ḵavvâm] (شَدَّادٌ [şeddâd] vezninde) Kâmeti hûb ve mevzûn adama denir. قَوِيمٌ [ḵavîm]in cemʹi قِوَامٌ [ḵivâm]dır, جِبَالٌ [cibâl] gibi; yukâlu: هُوَ قَوِيمٌ وَقَوَّامٌ أَيْ حَسَنُ الْقَامَةِ Ve
قَوِيمٌ [ḵavîm] Doğru nesneye denir; yukâlu: شَيْءٌ قَوِيمٌ أَيْ مُسْتَقِيمٌ
اَلْقَامَةُ [el-ḵâmet] (حَالَةٌ [ḩâlet] vezninde) ve
اَلْقَيْمَةُ [el-ḵaymet] ve
اَلْقَوْمَةُ [el-kavmet] (ḵâf’ların fethiyle) ve
اَلْقُومِيَّةُ [el-ḵûmiyyet] (ḵâf’ın zammıyla) ve
اَلْقَوَامُ [el-ḵavâm] (ḵâf’ın fethiyle) İnsânın boyuna denir. قَامَةٌ [ḵâmet]in cemʹi قَامَاتٌ [ḵâmât] ve قِيَمٌ [ḵiyem] gelir, عِنَبٌ [ʹineb] vezninde; yukâlu: هُوَ طَوِيلُ الْقَامَةِ وَالْقَيْمَةِ وَالْقَوْمَةِ وَالْقُومِيَّةِ وَالْقَوَامِ أَيِ الشَّطَاطِ Ve
قَامَةٌ [ḵâmet] Kuyudan su çekecek makaraya denir, cemîʹ-i esbâb ve edevatıyla; cemʹi قِيَمٌ [ḵiyem] gelir, عِنَبٌ [ʹineb] vezninde. Ve Necd ülkesinde bir dağın adıdır.
اَلْقُوَامُ [el-ḵuvâm] (ḵâf’ın zammı ile) Bir marazdır ki davara ʹârız olur. Ve İbnu’s-Sikkît eyitti: مَا فَعَلَ قُوَامٌ كَانَ يَعْتَرِي هَذِهِ الدَّابَّةِ derler, kaçan ki davar ayak üzere dursa ve gitmeğe kâdir olmasa. Ve Kisâ΄î eyitti: قُوَامٌ [ḵuvâm] şol marazdır ki koyunun ayaklarına ʹârız olup ayak üzere durur, yatmaz.
اَلْقَوَامُ [el-ḵavâm] (ḵâf’ın fethi ve vâv’ın tahfîfiyle) ʹAdl maʹnâsına; kâlallâhu taʹâlâ: ﴿وَكَانَ بَيْنَ ذَلِكَ قَوَامًا﴾ (الفرقان، 67) Ve
قَوَامُ الرَّجُلِ [ḵavâmu’r-recul] Recülün kâmetine ve hüsn-i tûluna derler. Ve
قِوَامٌ [ḵivâm] Bir husûsun üzerine kâ΄im olan kimseye dahi derler; yukâlu: فُلَانٌ قِوَامُ أَهْلِ بَيْتِهِ أَيِ الَّذِي يُقِيمُ شَأْنَهُمْ Ve
قِوَامُ الْأَمْرِ [ḵivâmu’l-emri] Bir nesnenin aslına ve mâ-yekûnu bih olan nesnesine derler. Ve gâh olur ḵâf’ı meftûh dahi kılarlar.
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı