اَلْعَوْطُ [el-ʹavṯ] (سَوْطٌ [savṯ] vezninde) ve
اَلْعَيْطُ [el-ʹayṯ] (خَيْطٌ [ḣayṯ] vezninde) Gerdan uzun olmak maʹnâsınadır; yukâlu: عَاطَتِ الْعُنُقُ تَعُوطُ عَوْطًا وَتَعِيطُ عَيْطًا إِذَا طَالَتْ Pes vâvî ve yâ΄î olur. Ve
عَوْطٌ [ʹavṯ] ve
عَيْطٌ [ʹayṯ] ve
عِيَاطٌ [ʹiyâṯ] (كِتَابٌ [kitâb] vezninde) Hatun ve sâ΄ir hayvân kısır olmayarak niçe yıllar gebe olmayıp boş kalmak maʹnâsınadır; yukâlu: عَاطَتِ النَّاقَةُ وَالْمَرْأَةُ تَعُوطُ عَوْطًا وَتَعِيطُ عَيْطًا وَعِيَاطًا إِذَا لَمْ تَحْمِلْ سِنِينَ مِنْ غَيْرِ عُقْرٍ
عِيطِ [ʹîṯi] (ʹayn’ın kesri ve ṯâ’nın kesri üzere binâsıyla) Hafîfü’t-tabʹ olan delikanlıların lehv ve mülâʹabe ederken gırîv ve feryâdlarına denir. ʹAlâ-kavlin bu bir kelimedir ki sarhoşluk hengâmında dem vurulur, bizim sarhoşların dine (دينه) diye çağırdıkları gibi yâhûd laʹibde gâlib olduklarında kemâl-i neşâtlarından عِيطِ عِيطِ diye çağırırlar; tekûlu: سَمِعْنَا يَصِيحُونَ عِيطِ عِيطِ بِالْكَسْرِ مَبْنِيَّةً وَهُوَ صَوْتُ الْفِتْيَانِ النَّزِقِينَ إِذَا تَصَايَحُوا أَوْ كَلِمَةٌ يُنَادَى بِهَا عِنْدَ السُّكْرِ أَوْ عِنْدَ الْغَلَبَةِ
اَلْعَطْعَطَةُ [el-ʹaṯʹaṯat] (ʹalâ-vezni اَلزَّلْزَلَة [ez-zelzelet]) Hikâyet-i savttır; yukâlu: عَطْعَطَ الْقَوْمُ إِذَا قَالَ عِيطِ عِيطِ Ve
عِيطِ [ʹîṯi] (kesr ile) Bir savttır ki yiğitler hâlet-i lehv ve laʹibde onu telaffuz edip çağırırlar.
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı