el-muḣârecet ~ اَلْمُخَارَجَةُ

Kamus-ı Muhit - المخارجة maddesi

اَلْمُخَارَجَةُ [el-muḣârecet] (مُفَاعَلَةٌ [mufâʹalet] vezninde) مُسَاهَمَةٌ بِالأَصَابِعِ [musâhemet bi’l-eṡâbiʹ] maʹnâsınadır ki parmak hisâbıyla bir nesneyi bölüşmektir, meselâ beynlerinde maʹhûd olan nesneden birisi parmak hisâbıyla bir mikdârını kendiye ihrâc edip dîgeri dahi o hisâb üzere ifrâz eylemektir, مُنَاهَدَةٌ [munâhedet] dahi bu maʹnâyadır. Mütercim der ki evâ΄ilde ʹArabda husûsan ʹale’d-devâm tâ΄ife-i Aʹrâbda kitâbet olmamakla hisâb ve kısmet makûlesi nesneleri beynlerinde maʹhûd olan parmak hisâbıyla muhâsebe ederler. Ve hisâb-ı merkûm birkaç gûne olur, esâbiʹ-i yümnâyı âhâd ve yüsrâyı ʹaşerât iʹtibâr ve vazʹ-ı maʹhûd üzere darb-ı muhâzât tarîkiyle darb edip ondan ʹaded-i matlûb istihrâc ederler. Ve bir tarîkî kütüb-i nahviyyede zikr ettikleri devâl-i erbaʹın bir kısmı olan ʹukûd cihetidir ki esâtize-i kesîreye bu hakîr su΄âl edip beyânından sükût eylemişlerdir. Baʹde-zamânin mahsûs risâlesine zafer-yâb olunmuştur. Mücmeli budur ki yed-i yümnâ esâbiʹinden hınsır ve bınsır ve vustâ ʹakd-i âhâda mahsûstur; sebbâbe ve ibhâmı ʹakd-i ʹaşerâta ve yed-i yüsrâ esâbiʹinden sebbâbe ve ibhâm ʹakd-i mi΄âta ve hınsır ve bınsır ve vustâ ʹakd-i ulûfa mahsûstur. Pes ʹaded-i vâhid irâdesinde yed-i yümnânın cemîʹ-i esâbiʹini bast edip yalnızca hınsırı avucu içre zamm eder, yaʹnî yumar. Ve isneyn irâdesinde bınsırı dahi yumup ve sâlis irâdesinde vustâyı dahi yumar ki bu üçün zammı üç ʹadede işâret olur. Ve râbiʹ irâdesinde bınsır ve vustâyı mazmûmen terk edip hemân hınsırı refʹ eder. Ve hâmiste vustâyı zamm ve hınsır ve bınsırı refʹ eder. Ve sâdiste fakat bınsırı zamm ve hınsır ve vustâyı refʹ eder. Ve sâbiʹ de bınsır ve vustâ merfûʹ olup hınsırın ʹakd-i esfelini yaʹnî aşağı mafsalını zamm ve ucunu avucu içre medd eder, vâhid ile farkı bu cihetledir. Ve sâminde bınsırı dahi vech-i mezkûr üzere eder. Ve tâsiʹde vustâyı dahi öylece eder. Ve evvel-i ʹaşerât olan onda sebbâbenin tırnağı ucunu ibhâmın ucunun iç tarafına iliştirip halka şeklinde gösterir ve yirmide ibhâmın ucunu sebbâbe ile vustâ aralığına kıstırıp lahm-ı zâ΄id-i ferc hey΄etinde gösterir. Ve otuzda sebbâbenin ucunun iç tarafını ibhâmın ucunun iç tarafına zamm edip yerden iğne alır gibi olur. Ve kırkta ibhâmı sebbâbe üzere bir mikdârca aşırır, şöyle ki sebbâbenin ucu ibhâmın yesârı tarafından köküne doğru gelir. Ve ellide ibhâmı bâtın-ı sebbâbeye doğru medd eder. Ve altmışta ibhâm ve sebbâbeyi medd edip ʹakd-i evvellerinin bâtınlarını birbirine zamm eder, şöyle ki tîr-endâz ok attığı vaktte oku tuttuğu şeklde olur. Ve yetmişte ibhâmın tırnağı ucunu vasat-ı sebbâbenin bâtınından orta mafsala sıkça zamm edip sebbâbenin ucunu üzerine aşırı tutar. Ve seksende ibhâmı sebbâbe üzere gereği gibi aşırır, şöyle ki ibhâmın ucunun iç tarafı sebbâbenin taşra tarafından çak dibine doğru gelmekle sebbâbe yumulmuş kalır. Kırktan farkı bu cihetledir. Ve doksanda sebbâbenin ucunu dibine doğru gereği gibi büküp zamm eder. Ve bunlara âhâd dahi zamm olunur. Meselâ otuz üç ʹaded irâdesinde otuzda zikr olunan vech üzere yerden iğne alır gibi bâtın taraf-ı ibhâmı bâtın taraf-ı sebbâbeye gevşekçe zamm eyledikten sonra üç işâreti olan hınsır ve bınsır ve vustâyı avucu içre kabz eder. Âhâd-ı sâ΄ire dahi bu kıyâs üzeredir. Ve ʹakd-i mi΄ât, esâbiʹ-i yüsrânın sebbâbe ve ibhâmına mahsûstur. Yümnâda on ʹaded şimâlde yüz olur ki sebbâbenin tırnağı ucunu ibhâmın ucunun iç tarafına iliştirip halka şeklinde irâ΄et eder. Kezâlik yümnâda yirmi, yüsrâda iki yüz olur. Dokuz yüze kadar o kıyâs üzeredir. Ve ʹakd-i ulûf, yüsrânın hınsır ve bınsır ve vustâsına mahsûstur ki yümnâda âhâd mahallidir. Pes yümnâda bir ʹaded, yüsrâda bin olup ve yümnâda iki yüsrâda iki bin olur. Hâkezâ dokuz bine kadar ve ondan ziyâde olur ise ʹaşerât ve mi΄ât ʹukûdundan istiʹâre ve istidmâm olunur. İşte nahviyyûnun عُقُودٌ [ʹuḵûd] ıtlâk ettikleri bu olacaktır, fa’hfazhâ ve kun mine’ş-şâkirîne ve’dʹu li-men beyyenehâ ʹale’l-vechi’l-mubîn.

Vankulu Lugatı - المخارجة maddesi

اَلْمُخَارَجَةُ [el-muḣârecet] Parmakla kurʹa edişip bir nesneyi bölüşmek, مُنَاهَدَةٌ بِالْأَصَابِعِ maʹnâsına. Bu makâmda sâhib-i Ṡurâḩ’ın مُخَارَجَةٌ [muḣârecet] “enguştân der-rûy-i kesî zeden be-vakt-i ceng tehâruc-i dû-gurûh rûy-be-rûy ceng kerden” dediği sehvdir, gâlibâ Cevherî’nin مُخَارَجَةٌ [muḣârecet]i مُنَاهَدَةٌ [munâhedet] ile tefsîr etmesinden nâşî olmuştur ki مُنَاهَدَةٌ [munâhedet] muhâsameye dahi derler, müsâhemeye dedikleri gibi. Ve murâd-ı Cevherî maʹnâ-yı sânîdir, evvel değildir.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı