eş-şeriḵ ~ اَلشَّرِقُ

Kamus-ı Muhit - الشرق maddesi

اَلشَّرَقُ [eş-şeraḵ] (fethateynle) Koyunun kulağı uzunluğuna yarılmak maʹnâsınadır; yukâlu: شَرِقَتِ الشَّاةُ شَرَقًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا انْشَقَّتْ أُذُنُهَا طُولاً Ve boğaza tükürük tıkanıp durmak maʹnâsınadır; yukâlu: شَرِقَ الرَّجُلُ بِرِيقِهِ إِذَا غُصَّ Ve göze kan oturup kıpkızıl olmak maʹnâsınadır; yukâlu: شَرِقَ الدَّمُ فِي عَيْنِهِ إِذَا احْمَرَّتْ Ve güneşin pertevi gubâr makûlesi ʹârıza sebebiyle zaʹîf olmak, ʹalâ-kavlin güneş salınıp batmağa gelip çatmak maʹnâsınadır; yukâlu: شَرِقَتِ الشَّمْسُ إِذَا ضَعُفَ ضَوْءُهَا أَوْ دَنَتْ لِلْغُرُوبِ Ve fi’l-hadîs: وَقَدْ أَضَافَهُ عَلَيْهِ الصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ إِلَى الْمَوْتَى فَقَالَ “لَعَلَّكُمْ سَتُدْرِكُونَ أَقْوَامًا يُؤَخِّرُونَ الصَّلاَةَ إلى شَرَقِ الْمَوْتَى” Burada murâd ikindi namâzıdır, yaʹnî namâzı güneşin hîtân ve cudrân-ı medîne üzerinden sıyrılıp makbereler üzere düştüğü vakte kadar ki gurûba lemʹa-i yesîre kalmış olurlar, te΄hîr ederler. Pes izâfet ednâ mülâbese için olur. Ve baʹzılar cumʹa namazıyla beyân eylemeleriyle yüksek dağlardan sıyrılıp nüzûl ve mekâbir üzere düşünce kadar demek olur ki ikindi vakti hulûl eder. Ve ʹinde’l-baʹz burada شَرَقٌ [şeraḵ] lafzı boğaza nesne tıkanmak maʹnâsınadır ki nefesin insidâd ve inkıtâʹını müstelzimdir. Pes hâsıl-ı maʹnâ, kendi rîki boğazına tıkanmakla ölümcül adamın nefesinden ramak-ı yesîr kaldığı gibi güneşin pertevinden dahi öylece lemʹa-i yesîre kalınca kadar te΄hîr ederler demek olur, buna göre de murâd ikindi namâzıdır.

اَلشَّرْقُ [eş-şarḵ] (حَرْقٌ [ḩarḵ] vezninde ve râ’nın fethiyle) Güneşe ıtlâk olunur; yukâlu: طَلَعَ الشَّرْقُ أَيِ الشَّمْسُ Ve güneşin aydınlığına denir; tâb-ı âfitâb maʹnâsına; yukâlu: جَاءَ فِي شَرْقِ الشَّمْسِ أَيْ إِسْفَارِهَا Ve güneş işrâk ettiği mahalle denir ki gün doğusu semtinde olan emkineden ʹibârettir; bu diyârlara nisbet Çin ve Îrân ülkeleridir; yukâlu: جَاءَ مِنْ دِيَارِ الشَّرْقِ أَيْ حَيْثُ تَشْرُقُ الشَّمْسُ Ve yarmak maʹnâsına masdar olur; yukâlu: شَرَقَ الشَّيْءَ شَرْقًا مِنَ الْبَابِ اْلأَوَّلِ إِذَا شَقَّهُ Ve مَشْرِقٌ [maşriḵ] maʹnâsınadır ki gün doğduğu cânibden ve felekte güneşin tulûʹ eylediği dereceden ʹibârettir ki ism-i mekân maʹnâlarınadır; yukâlu: أَتَى مِنْ جِهَةِ الشَّرْقِ أَيْ مِنَ الْمَشْرِقِ وَطَلَعَتِ الشَّمْسُ مِنْ شَرْقِهَا أَيْ مَشْرِقِهَا Ve kapı yarığından giren ışığa ve aydınlığa denir; bunda şîn’in kesriyle de câ΄izdir. Ve

شَرْقٌ [şarḵ] Çaylak ile çakır beyninde bir kuş adıdır ki sibâʹ-ı tuyûrdandır. Bu kuşa baʹzı diyârda delice doğan ve baʹzı yerde heyece derler. Ve

شَرْقٌ [Şarḵ] İşbîliyye’de bir iklîm adıdır. Kezâlik Bâce’de bir iklîm adıdır. Burada harf-i terdîd ile olan nüshalar galattır. Ve

شَرْقٌ [şarḵ] ve

شُرُوقٌ [şurûḵ] Güneş doğmak maʹnâsınadır; yukâlu: شَرَقَتِ الشَّمْسُ شَرْقًا وَشُرُوقًا مِنَ الْبَابِ اْلأَوَّلِ إِذَا طَلَعَتْ Ve

شَرْقٌ [şarḵ] Hâssaten koyunun kulağını dilmek maʹnâsınadır; yukâlu: شَرَقَ الشَّاةَ شَرْقًا إِذَا شَقَّ أُذُنَهَا Ve hurmâ koruğu çiçek gibi renklenmek maʹnâsınadır; yukâlu: شَرَقَ النَّخْلُ إِذَا أَزْهَى Ve ağaçtan meyve kesip devşirmek maʹnâsınadır; yukâlu: شَرَقَ الثَّمَرَةَ إِذَا قَطَفَهَا

Vankulu Lugatı - الشرق maddesi

اَلشَّرِقُ [eş-şeriḵ] (şîn’in fethi ve râ’nın kesriyle) Şol attır ki üzerinde aslâ yağı olmaya.

اَلشَّرَقُ [eş-şeraḵ] (fethateynle) Koyunun kulağı yarılmak; yukâlu: شَرِقَتِ الشَّاةُ شَرَقًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ Ve

شَرَقٌ [şeraḵ] Gam ve gussaya derler; yukâlu: شَرِقَ بِرِيقِهِ إِذَا غَصَّ بِهِ Yaʹnî kendi ağzı yarıyla boğulsa. Ve fi’l-hadîsi: “يُؤَخِّرُونَ الصَّلَاةَ إِلَى شَرَقِ الْمَوْتَى” Yaʹnî namâzı te΄hîr ederler güneşten bir lemʹa kalınca, ʹinde’l-mevt kendi ağzı yarıyla boğulan kimsenin hayâtı mikdârınca.

اَلشَّرْقُ [eş-şarḵ] (şîn’in fethi ve râ’nın sükûnuyla) Gün doğacak yer, maşrık maʹnâsına. Ve

شَرْقٌ [şarḵ] Güneşin kendiye dahi derler; yukâlu: طَلَعَ الشَّرْقُ Ve

شَرْقٌ [şarḵ] Gün doğmağa dahi derler.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı