اَلشَّعَبُ [eş-şaʹab] (تَعَبٌ [taʹab] vezninde) İki omuzun aralığı meydânlı olmak maʹnâsınadır ki sâhibine yassı yağrınlı taʹbîr olunur. Kezâlik hayvânda boynuzların aralığı küşâde ve meydânlı olmak maʹnâsınadır; yukâlu: شَعِبَ الرَّجُلُ وَالْغَنَمُ شَعَبًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا كَانَ مَا بَيْنَ مَنْكِبَيْهِ أَوْ قَرْنَيْهِ بَعِيدًا
اَلشَّعْبُ [eş-şaʹb] (şîn’in fethi ve ʹayn’ın sükûnuyla) Biriktirmek maʹnâsınadır; yukâlu: شَعَبَ الشَّيْءَ شَعْبًا مِنَ الْبَابِ الثَّالِثِ إِذَا جَمَعَهُ Ve dağıtmak maʹnâsınadır; yukâlu: شَعَبَهُ إِذَا فَرَّقَهُ
اَلشِّعْبُ [eş-şiʹb] (şîn’in kesriyle) Dağ yoluna denir; yukâlu: أَخَذَ شِعْبَ الْجَبَلِ أَيْ طَرِيقَ الْجَبَلِ Ve batn-ı arzda olan su yoluna denir; ʹalâ-kavlin iki dağ aralığında olan açık yere denir ki iki dağın arası olacaktır. Ve deveye mahsûs bir nevʹ dâg ve damga ismidir. Ve
شِعْبٌ [şiʹb] Bir mevziʹ adıdır.
اَلشُّعَبُ [eş-şuʹab] (صُرَدٌ [ṡurad] vezninde) شُعْبَةٌ [şuʹbet]ten cemʹdir, parmaklara denir, أَصَابِعُ [eṡâbiʹ] maʹnâsına. Kezâlik شُعْبَةٌ [şuʹbet] lafzından cemʹ olur, ke-mâ se-yuzkeru. Ve شُعَبُ الْفَرَسِ [şuʹabu’l-feres] atın gövdesinde bi’l-cümle nevâhî ve etrâfına ıtlâk olunur; ʹalâ-kavlin mürtefiʹ olan aʹzâsından ʹibârettir, boynu ve kürek başları ve almacıkları gibi, gûyâ ki her biri gövdesinden bir şuʹbedir. Ve fi’l-hadîs: “إِذَا قَعَدَ الرَّجُلُ مِنَ الْمَرْأَةِ بَيْنَ شُعَبِهَا اْلأَرْبَعِ وَجَبَ عَلَيْهِ الْغُسْلُ” Burada شُعَبٌ [şuʹab]-ı erbaʹadan murâd hatunun elleri ve ayaklarıdır yâhûd iki ayaklarıyla fercinin iki dudaklarıdır. Mahall-i mezbûre cülûs ile tagyîb-i haşefeden kinâye olunmuştur.
اَلشُّعْبُ [eş-şuʹb] (şîn’in zammı ve ʹayn’ın sükûnuyla) أَشْعَبُ [eşʹab]ın cemʹi.
اَلشَّعَبُ [eş-şeʹab] (fethateynle) Kabîle-i ʹazîme. Vebu şol ebu’l-kabâ΄ildir ki cümle kabâ΄il ona nisbet olunur, yaʹnî kabâ΄ilin cümlesin o cemʹ edip biriktirir. Şöyle rivâyet olunmuştur ki شَعْبٌ [şaʹb] قَبِيلَةٌ [ḵabîlet]ten ve قَبِيلَةٌ [ḵâbîlet] فَصِيلَةٌ [faṡîlet]ten ve فَصِيلَةٌ [faṡîlet] عِمَارَةٌ [ʹimâret]ten ve عِمَارَةٌ [ʹimâret] بَطْنٌ [baṯn]dan ve بَطْنٌ [baṯn] فَخِذٌ [faḣiž]den ekber olur. Ve رَأْسٌ [re΄s]in kabâ΄ili dörttür.
اَلشَّعْبُ [eş-şaʹb] (feth-i şîn’le ve ʹayn’ın sükûnuyla) Şol nesnedir ki müteferrik ola, kabâ΄il-i ʹArabdan ve kabâ΄il-i ʹacemden. Ve
شَعْبٌ [şaʹb] Kabîlelerden ʹibâret olan رَأْسٌ [re΄s]in قَبَائِلُ [ḵabâ΄il]i cemʹ etmesidir. Ve رَأْسٌ [re΄s]ten murâd bir niçe kabîledir ki bir yere birikmiş ola. Ve رَأْسٌ [re΄s]in kabâ΄ili dörttür.
اَلشِّعْبُ [eş-şiʹb] (şîn’in kesriyle) Dağda olan yol.
اَلشُّعَبُ [eş-şuʹab] Cemʹi. Ve
شُعَبُ الْفَرَسِ [şuʹabu’l-feres] Feresten mürtefiʹ olan yerleridir, boynu gibi ve omzu gibi. Ve
شُعَبَةٌ [şuʹabet] Kiçirek su akıntısına dahi derler, mesîl-i sagîr maʹnâsına; yukâlu: شُعَبَةٌ حَافِلٌ أَيْ مُمْتَلِئَةٌ سَيْلًا Ve حَافِلٌ [ḩâfil] ḩâ-i mühmele ile ve fâ΄ ile dolu demektir. Ve
شُعَبَةٌ [şuʹabet] Ayrılmak maʹnâsına da gelir; yukâlu: شَعَبَتْهُمُ الْمَنِيَّةُ أَيْ فَرَّقَتْهُمُ الْمَنِيَّةُ Ve مَنِيَّةٌ [meniyyet]ten murâd mevttir. Ve bu sebebdendir ki mevte شَعُوبٌ [şeʹûb] derler, şîn’in fethi ve ʹayn’ın zammıyla, ayırıcı olduğu için. Ve شَعُوبٌ [şeʹûb] lafzı maʹrifedir ki ona elif ve lâm dâhil olmaz. Ve
شُعَبَةٌ [şuʹabet] tâ΄ifeye dahi derler. Ve
شُعَبَةٌ [şuʹabet] Şol kıtʹaya derler ki onunla çanağın sınığın ıslâh ederler.
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı