اَلظَّلَالُ [eż-żalâl] (سَحَابٌ [seḩâb] vezninde) Mutlakan gölgelik eden şey΄e denir, sâyebân maʹnâsına.
اَلظِّلَالُ [eż-żilâl] (كِتَابٌ [kitâb] vezninde) Cennetin gölgelerinden ʹibârettir, yaʹnî Ḵurʹân-ı kerîm’de vâkiʹ bi’l-cümle ظِلَالٌ [żilâl]den murâd ظِلَالٌ [żilâl]-i cennettir, ke-mâ fi-kavlihi: ﴿إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي ظِلَالٍ وَعُيُونٍ﴾ Ve ظِلَالُ الْبَحْرِ [żilâlu’l-baḩr] deryânın emvâcından ʹibârettir; tekûlu: أَدْهَشَتْنِي ظِلَالُ الْبَحْرِ أَيْ أَمْوَاجُهُ
اَلظِّلَالُ [eż-żilâl] (żâ’nın kesriyle) Cemʹi, gölgeler maʹnâsına. Ve
ظِلَالٌ [żilâl] Kezâlik şol buluta ve bulut emsâline derler ki sâye sala. Ve
ظِلُّ اللَّيْلِ [żillu’l-leyl] Gece karanusuna dahi derler; yukâlu: أَتَانَا فِي ظِلِّ اللَّيْلِ Ve gece karanusuna ظِلٌّ [żill] demek istiʹâre olur, zîrâ gölge güneşin şol ziyâsıdır ki onda şuʹâʹ olmaya, pes kaçan dav΄ olmasa ona ظُلْمَةٌ [żulmet] derler, gölge demezler. Ve ʹArabların تَرَكَ الظَّبْيُ ظِلَّهُ dedikleri kavlleri meseldir, ziyâde ürkek kimse hakkında, zîrâ âhû bir nesneden ürkse ebede’l-âbâd ona ʹavdet etmez.
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı