eż-żahir ~ اَلظَّهِرُ

Kamus-ı Muhit - الظهر maddesi

اَلظَّهَرُ [eż-żaher] (fethateynle) Bir adamın arkası ağrımak maʹnâsınadır; yukâlu: ظَهِرَ الرَّجُلُ ظَهَرًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا اشْتَكَى ظَهْرَهُ

اَلظُّهْرُ [eż-żuhr] (żâ’nın zammıyla) Şemsin nısf-ı nehâr dâ΄iresinden zâ΄il olduğu sâʹate denir ki öğle vakti taʹbîr olunur, zahr-ı nehârdan mutasarrıftır; tekûlu: دَخَلْنَا الظُّهْرَ أَيْ سَاعَةَ الزَّوَالِ Pes ظَهْرٌ [żahr] سَاعَةٌ [sâʹat] iʹtibârıyla mü΄ennes ve وَقْتٌ [vaḵt] iʹtibârıyla müzekker olur.

اَلظَّهْرُ [eż-żahr] (نَهْرٌ [nehr] vezninde) Arkaya denir ki karın mukâbilidir, Fârisîde puşt denir. Ve ظَهْرٌ [żahr] lafzı müzekkerdir. Cemʹi أَظْهُرٌ [ażhur] gelir ve ظُهُورٌ [żuhûr] gelir ve ظُهْرَانٌ [żuhrân] gelir żâ’nın zammıyla. Ve minhu yukâlu: أَعْطَاهُ عَنْ ظَهْرِ يَدٍ أَيِ ابْتِدَاءً بِلاَ مُكَافَاةٍ Yaʹnî “ʹİvaz ve mükâfâtsız ibtidâ΄en iʹtâ eyledi.” Ve yukâlu: فُلاَنٌ خَفِيفُ الظَّهْرِ أَيْ قَلِيلُ الْعِيَالِ وَيُقَالُ فُلاَنٌ ثَقِيلُ الظَّهْرِ أَيْ كَثِيرُ الْعِيَالِ Ve yukâlu: هُوَ عَلَى ظَهْرٍ أَيْ مُزْمِعٌ لِلسَّفَرِ Yaʹnî “Sefere ʹazîmet üzeredir.” Ve cenkte arka tarafından gelen düşmanlara أَقْرَانُ الظَّهْرِ [aḵrânu’ż-żahr] ıtlâk ederler; yukâlu: هُمْ أَقْرَانُ الظَّهْرِ أَيْ يَجِيؤُونَكَ مِنْ وَرَائِكَ Ve bir adam ezberden kırâ΄at eylese قَرَأَهُ مِنْ ظَهْرِ الْقَلْبِ derler, حِفْظًا بِلاَ كِتَابٍ maʹnâsına. Ve سَالَ وَادِيهِمْ ظَهْرًا derler, مِنْ مَطَرِ أَرْضِهِمْ maʹnâsına. Niteki vâdîleri arz-ı gayra yağan yağmurdan cereyân eylese سَالَ وَادِيهِمْ دُرْءًا derler dâl’ın zammıyla. Ve “Filândan hayr-ı kesîre nâ΄il oldum” diyecek yerde أَصَبْتُ مِنْهُ مَطَرَ ظَهْرٍ derler izâfetle ve لِصٌّ عَادِي ظَهْرٍ derler, عَدَا فِي ظَهْرٍ فَسَرَقَهُ Ve “Filân benim nafaka ve erzâkımla taʹayyüş eder” diyecek yerde هُوَ يَأْكُلُ عَلَى ظَهْرِ يَدِي derler. Ve yukâlu: هُوَ بَيْنَ ظَهْرَيِ الْقَوْمِ وَظَهْرَانَيْهِمْ بِالتَّثْنِيَةِ وَلاَ تُكْسَرُ النُّونُ وَبَيْنَ أَظْهُرِهِمْ أَيْ وَسَطِهِمْ وَفِي مُعْظَمِهِمْ Gûyâ ki önü ve ardı kavmin arkalarına gelmekle her cânibden meknûf ve muhât olmuştur, baʹdehu mutlakan beyne’l-kavm ikâmette istiʹmâl olundu. Ve ظَهْرَانَيْهِمْ kelimesinde elif ve nûn te΄kîd için ziyâde kılınmıştır; ve tekûlu: لَقِيتُهُ بَيْن الظَّهْرَيْنِ وَبَيْنَ الظَّهْرَانَيْنِ أَيْ فِي الْيَوْمَيْنِ أَوِ الثَّلاَثَةِ Ve

ظَهْرٌ [żahr] Tenbelît devesine ıtlâk olunur ki seferde ona ağırlık yüklenir; yukâlu: لَهُمْ ظَهْرٌ يَنْقُلُونَ عَلَيْهِ أَيْ رِكَابٌ Ve eski tencereye ve çömleğe ıtlâk olunur; tekûlu: طَبَخْنَا الطَّعَامَ فِي ظَهْرٍ أَيْ قِدْرٍ قَدِيمَةٍ Ve

ظَهْرٌ [Żahr] Bir mevziʹ adıdır. Ve mâl-ı kesîreye ıtlâk olunur ki murâd devâbb ve mevâşîdir. Ve

ظَهْرٌ [żahr] Masdar olur, bir nesne ile fahr ve mübâhât eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: ظَهَرَ فُلاَنٌ بِذَلِكَ الشَّيءِ ظَهْرًا مِنَ الْبَابِ الثَّالِثِ إِذَا فَخِرَ بِهِ Ve kuş yeleğinin kısa tarafına da ظَهْرٌ [żahr] derler; cemʹi ظُهْرَانٌ [żuhrân] gelir. Ve kara yoluna ıtlâk olunur; yukâlu: سَلَكَ مِنَ الظَّهْرِ أَيْ مِنْ طَرِيقِ الْبَرِّ Ve galîz ve mürtefiʹ olan arza ıtlâk olunur, niteki mülâyim ve hemvâr olana بَطْنٌ [baṯn] ıtlâk olunur. Ve

ظَهْرٌ [żahr] Ḵur΄ân-ı kerîm’in lafz-ı şerîfine ıtlâk olunur, niteki te΄vîline بَطْنٌ [baṯn] ıtlâk olunur; ve minhu’l-hadîsu: “مَا نَزَلَ مِنَ الْقُرْآنِ آيَةٌ إِلاَّ وَلَها ظَهْرٌ وَبَطْنٌ” Kâle’ş-şârih وَقِيلَ أَرَادَ بِالظَّهْرِ مَا ظَهَرَ بَيَانُهُ وَالْبَطْنُ مَا احْتَاجَ إِلَى تَفْسِيرِهِ Ve

ظَهْرٌ [żahr] Hadîs ve habere denir. Ve bir adamın gâ΄ib eylediği şey΄e ıtlâk olunur ki حَاضِرٌ [ḩâḋir] mukâbilidir; ve minhu yukâlu: تَكَلَّمَ عَنْ ظَهْرِ غَيْبٍ Burada ظَهْرٌ [żahr] غَيْبٌ [ġayb] lafzına muzâftır. Lafzeyn muhtelif oldukta te΄kîd için şey΄ nefsine muzâf olur, نَسِيمُ الصَّبَا ve حَقَّ الْيَقِينِ gibi. Ve

ظَهْرٌ [żahr] Kezâlik masdar olur, bir kimsenin arkasına vurmak maʹnâsına; yukâlu: ظَهَرَ فُلاَنًا إِذَا ضَرَبَ ظَهْرَهُ Ve li-ecli’l-iktizâ΄ ihtiyâten hıfz olunacak deve ittihâz eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: ظَهَرَ الرَّجُلُ إِذَا اتَّخَذَ ظِهْرِيًّا Ve bir kimsenin hâcetine mübâlât eylemeyip ihmâl ve müsâmaha eylemek maʹnâsına müstaʹmeldir; tekûlu: ظَهَرَ فُلاَنٌ بِحَاجَتِي أَيْ جَعَلَهَا بِظَهْرٍ يَعْنِي وَرَاءَ ظَهْرٍ وَاتَّخَذَ ظِهْرِيًّا

Vankulu Lugatı - الظهر maddesi

اَلظَّهِرُ [eż-żahir] (żâ’nın fethi ve hâ’nın kesriyle) Arkası ağrıyan kimse.

اَلظَّهَرُ [eż-żaher] (fethateynle) Kezâlik arka ağrısına derler; yukâlu: ظَهِرَ الرَّجُلُ يَظْهَرُ ظَهَرًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا اشْتَكَى ظَهْرَهُ

اَلظُّهْرُ [eż-żuhr] (żâ’nın zammıyla ve hâ’nın sükûnuyla) Zevâlden sonra olan vakttir; ve minhu صَلَاةُ الظُّهْرِ

اَلظَّهْرُ [eż-żahr] (żâ’nın fethi ve hâ’nın sükûnuyla) بَطْنٌ [baṯn]ın mukâbilidir; ve minhu kavluhum: لَا تَجْعَلْ حَاجَتِي بِظَهْرٍ أَيْ لَا تَنْسَهَا Ve

ظَهْرٌ [żahr] Şol develere derler ki seferde onlarla ahmâl ve eskâl nakl olunur; yukâlu: بَنُو فُلَانٍ مُظْهِرُونَ إِذَا كَانَ لَهُمْ ظَهْرٌ يَنْقُلُونَ عَلَيْهِ كَمَا يُقَالُ مُنْجِبَونَ إِذَا كَانُوا أَصْحَابَ نَجَائِبَ Ve نَجِيبَةٌ [necîbet] üğürtülmüş aʹlâ deveye derler. Ve

ظَهْرٌ [żahr] Yelek tüyünün kısa cânibi, nitekim kanat yeleğinde zâhir olur. Ve

ظَهْرٌ [żahr] Sahrâda olan yola dahi derler, طَرِيقُ الْبَرِّ maʹnâsına. Ve

ظَهْرٌ [żahr] Şol kimselerdir ki hâlet-i harbde kafâdârın olurlar; ve yukâlu: هُوَ نَازِلٌ بَيْنَ ظَهْرَيْهِمْ وَظَهْرَانَيْهِمْ بِفَتْحِ النُّونِ أَيْ فِي وَسَطِهِمْ وَلَا تَقُلْ ظَهْرَانِيهِمْ بِكَسْرِ النُّونِ Ve Aḩmer eyitti: ʹArabların لَقِيتُهُ بَيْنَ الظَّهْرَانَيْنِ dedikleri bunun maʹnâsı فِي الْيَوْمَيْنِ demektir yâhûd فِيالْأَيَّامِ demektir ve hem eyitti: بَيْنَ الظَّهْرَيْنِ dahi derler; Ebû ʹUbeyd, Aḩmer’den rivâyet ettiği üzere.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı