el-ḵulub ~ اَلْقُلُبُ

Kamus-ı Muhit - القلب maddesi

اَلْقَلَبُ [el-ḵaleb] (fethateynle) Dudak taşra dönüp devrik olmak maʹnâsınadır; yukâlu: قَلِبَ الرَّجُلُ قَلَبًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا كَانَتْ شَفَتُهُ مُنْقَلِبَةً ve yukâlu: قَلِبَتِ الشَّفَةُ قَلَبًا إِذَا كَانَتْ مُنْقَلِبَةً

اَلْقَلْبُ [el-ḵalb] (ḵâf’ın fethi ve lâm’ın sükûnuyla) Bir nesneyi geriye döndürmek ve çevirmek maʹnâsınadır; yukâlu: قَلَبَ الشَّيْءَ قَلْبًا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي إِذَا حَوَّلَهُ عَنْ وَجْهِهِ Ve bir kimsenin yüreğine vurmak yâhûd dokunmak maʹnâsınadır, gerek hakîkî olsun ve gerek maʹnevî olsun ki gönüle dokunmak taʹbîr olunur; yukâlu: قَلَبَ فُلاَنًا قَلْبًا مِنَ الْبَابِ اْلأَوَّلِ وَالثَّانِي إِذَا أَصَابَ فُؤَادَهُ Ve bir nesneyi tersine çevirmek ve içerisini taşra döndürmek maʹnâsınadır; yukâlu: قَلَبَ الشَّيْءَ إِذَا حَوَّلَ ظَهْرَ لِبَطْنٍ Burada lâm, عَلَى [ʹalâ] maʹnâsınadır.

اَلْقُلْبُ [el-ḵulb] (ḵâf’ın zammıyla) Bileziğe denir, سِوَارٌ [sivâr] maʹnâsına. Esâs’ın beyânına göre beyâzlıkta kalb-i nahleye teşbîhe mebnîdir. Ve

قُلْبٌ [ḵulb] Ak yılana ıtlâk olunur, hayye-i beyzâ΄ maʹnâsına ki bu dahi teşbîh-i mezbûre mebnîdir. Ve

قُلْبٌ [ḵulb] (ḵâf’ın harekât-ı selâsıyla) Hurmâ beynisi taʹbîr olunan nesneye denir, شَحْمَةُ النَّخْلِ [şaḩmetu’n-naḣl] maʹnâsına. Ve bu hurmâ ağacının tepesinde olur, ak ve lezîz olur, Fârisîde ona pîh-i hurmâ ve kütüb-i tıbbiyyede جُمَّارُ النَّخْلِ [cummâru’n-naḣl] derler. Ve ʹinde’l-baʹz قُلْبُ النَّخْلِ [ḵulbu’n-naḣl] hurmâ ağacının ecved ve ebyaz ve eltaf olan yaprağına denir. Cemʹi أَقْلاَبٌ [aḵlâb] gelir ve قُلُوبٌ [ḵulûb] gelir ve قِلَبَةٌ [ḵilebet] gelir, عِنَبَةٌ [ʹinebet] vezninde. Ve

قُلْبٌ [ḵulb] (ḵâf’ın zammıyla= قَلْبٌ [ḵalb] gibi asl ve nesebi pâk ve hâlis olan kişiye denir, pâk-nejâd maʹnâsına; yukâlu: رَجُلٌ قَلْبٌ وَقُلْبٌ أَيْ مَحْضُ النَّسَبِ

اَلْقُلَّبُ [el-ḵulleb] (ḵâf’ın zammı ve lâm-ı müşeddedenin fethiyle) Kesîrü’t-takallüb olan kişiye denir, baʹdehu zihn ve kiyâset ve rüşd ve fetânet yâhûd kesret-i tecribe sebebiyle umûrun her tarafına taklîb-i fikr ederek idrâk ve ıttılâʹ sâhibi, ʹâkıbet-endîş ve kâr-âzmûde ve mütebassır ve kâr-güzâr adama ıtlâk olunmuştur, niteki bu veznde حُوَّلٌ [ḩuvvel] dahi bu maʹnâda müstaʹmeldir. Ve ekserî قُلَّبٌ [ḵulleb] kelimesi ona te΄kîd-gûne îrâd olunur ve nefslerine dahi nisbet olunur; yukâlu: رَجُلٌ حُوَّلٌ قُلَّبٌ وَحُوَّلِيٌّ قُلَّبِيٌّ وَحُوَّلِيٌّ قُلَّبٌ أَيْ مُحْتَالٌ بَصِيرٌ بِتَقْلِيبِ اْلأُمُورِ Zâtında rüşd ve dirâyet sâhibi olmakla iʹmâl-i fikr ve taklîb-i zihn eyleyerek yâhûd ez-kadîm umûr u mesâlihte kesret-i takallüb ile her emrin ʹörfüne vâkıf ve cihet-i sühûletini ʹârif dâhiye olmakla umûru mülk edinmiş gibi olup her ne kadar emr düşvâr ise bir takrîb damarını bulup sühûletle onu intâc eylemeğe muktedir adam olacaktır.

Vankulu Lugatı - القلب maddesi

اَلْقُلُبُ [el-ḵulub] (zammeteynle) Cemʹ-i kesretidir. Ve gâh olur ki cirâhatları yaʹnî yaraları kuyulara teşbîh edip قُلُبٌ [ḵulub] derler.

اَلْقَلَبُ [el-ḵaleb] (ḵâf’ın ve lâm’ın fethiyle) Dudak dürük olmak.

اَلْقَلْبُ [el-ḵalb] (ḵâf’ın fethi ve lâm’ın sükûnuyla) Yürek. Ve gâh olur ki ʹakla dahi derler. Ferrâ eyitti: Bârî taʹâlânın ﴿إِنَّ فِي ذَلِكَ لَذِكْرَى لِمَنْ كَانَ لَهُ قَلْبٌ﴾ (ق 37) dediği kavlinde قَلْبٌ [ḵalb] ʹakl maʹnâsınadır. Ve

قَلْبٌ [ḵalb] Bir nesneyi döndürmeğe dahi derler; yukâlu: قَلَبْتُ الشَّيْءَ مِنَ الْبَابِ الثَّانِي ve

قَلبٌ [ḵalb] Tüskürmeğe dahi derler; yukâlu: قَلَبْتُ الْقَوْمَ كَمَا تَقُولُ صَرَفْتُ الصِّبْيَانَ Ve yüreğe vurmağa dahi derler; yukâlu: قَلَبْتُهُ أَيْ أَصَبْتُ قَلْبَهُ Ve yüreği koparmağa derler; yukâlu: قَلَبْتُ النَّخْلَةَ أَيْ نَزَعْتُ قَلْبَهَا Ve hurmâ kızarmağa dahi derler; yukâlu: قَلَبَتِ الْبُسْرَةُ إِذَا احْمَرَّتْ Ve

قَلْبُ الْعَقْرَبِ [Ḵalbu’l-ʹAḵreb] Bir menzilin ismidir, menâzil-i kamerden ki o bir yıldızdır ki ziyâde berrâktır iki cânibinde iki yıldız dahi vardır. Ve

قَلْبٌ [ḵalb] Hâlis maʹnâsına gelir; yukâlu: هُوَ عَرَبِيٌّ قَلْبٌ أَيْ خَالِصٌ يَسْتَوِي فِيهِ الْمُذَكَّرُ وَالْمُؤَنَّثُ وَالْجَمْعُ وَإِنْ شِئْتَ قُلْتَ امْرَأَةٌ عَرَبِيَّةٌ قَلْبَةٌ وَثَنَّيْتَ وَجَمَعْتَ Ve

قَلْبُ النَّخْلَةِ [ḵalbu’n-naḣlet] [قَلْبُ النَّخْلَةِ لُبُّهَا] Yaʹnî hurmâ ağacının قَلْبٌ [ḵalb]i ki içinde olan özüdür. Ve bunda üç lügat vardır: قَلْبٌ [ḵalb] ve قُلْبٌ [ḵulb] ve قِلْبٌ [ḵilb] ḵâf’ın fethi ve zammı ve kesriyle.

اَلْقُلْبُ [el-ḵulb] (ḵâf’ın zammıyla ve lâm’ın sükûnuyla) Bir tek bilezik ki çifti olmaya. Ve

قُلْبٌ [ḵulb] Yılana dahi derler, bileziğe teşbîh edüben.

اَلْقُلَّبُ [el-ḵulleb] (ḵâf’ın zammı ve lâm’ın fethi ve teşdîdiyle) Umûr-dîde olan kimse; ve minhu kavluhum: هُوَ حُوَّلٌ وَقُلَّبٌ Yaʹnî “Ehl-i hîle ve ehl-i basîrettir, umûrun her cânibine muttaliʹ olur.”

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı