eṡ-ṡuḵʹ ~ اَلصُّقْعُ

Kamus-ı Muhit - الصقع maddesi

اَلصُّقْعُ [eṡ-ṡuḵʹ] (ṡâd’ın zammıyla) Nâhiye maʹnâsınadır; أَصْقَاعٌ [aṡḵâʹ] cemʹidir; yukâlu: مَا فِي هَذَا الصُّقْعِ مِثْلُهُ أَيِ النَّاحِيَةِ

اَلصَّقَعُ [eṡ-ṡaḵaʹ] (fethateynle) Bir adamı yıldırım çalmakla bî-hod yâhûd helâk olmak maʹnâsınadır; yukâlu: صَقِعَ الرَّجُلُ صَقَعًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا صَعِقَ Ve at ve kuş makûlesinin tepeleri ortası beyâz olmak maʹnâsınadır; yukâlu: صَقِعَ الْفَرَسُ وَالطَّائِرُ وَغَيْرُهُ إِذَا كَانَ وَسَطُ رَأْسِهِ أَبْيَضَ Ve kuyu içine obrulup yıkılmak maʹnâsınadır; yukâlu: صَقِعَتِ الرَّكِيَّةُ إِذَا انْهَارَتْ Ve

صَقْعٌ [ṡaḵʹ] Pek ıssılıktan soluk almayacak derecede insâna müstevlî olan tutkunluğa denir ki gam ve endûha şebîh bir hâlettir; tekûlu: أَخَذَنِي الْيَوْمَ صَقْعٌ أَيْ شِبْهُ غَمٍّ يَأْخُذُ بِالنَّفْسِ لِشِدَّةِ الْحَرِّ

اَلصَّقْعُ [eṡ-ṡaḵʹ] (رَقْعٌ [raḵʹ] vezninde) Vurmak, ʹalâ-kavlin başına vurmak maʹnâsınadır; yukâlu: صَقَعَهُ صَقْعًا مِنَ الْبَابِ الثَّالِثِ إِذَا ضَرَبَهُ أَوْ عَلَى رَأْسِهِ Ve

صَقْعٌ [ṡaḵʹ] ve

صَقِيعٌ [ṡaḵîʹ] (ṡâd’ın fethiyle) ve

صُقَاعٌ [ṡuḵâʹ] (ṡâd’ın zammıyla) Horoz ötmek maʹnâsınadır; yukâlu: صَقَعَ الدِّيكُ صَقْعًا وَصَقِيعًا وَصُقَاعًا إِذَا صَاحَ Ve

صَقْعٌ [ṡaḵʹ] Bir hayvânın yüzünü yâhûd başını dağlağıyla dağlamak maʹnâsınadır; yukâlu: صَقَعَ الْحِمَارَ بِكَيٍّ إِذَا وَسَمَهُ عَلَى وَجْهِهِ أَوْ رَأْسِهِ Ve eşek yüreği sürerek dağınık zırıltı ile osurmak maʹnâsınadır; yukâlu: صَقَعَ الْحِمَارُ بِضَرْطَةٍ إِذَا جَاءَ بِهَا مُنْتَشِرَةً رَطْبَةً Ve yere çalmak maʹnâsınadır; yukâlu: صَقَعَ بِهِ الْأَرْضَ إِذَا صَرَعَهُ Ve gitmek, ʹalâ-kavlin yoldan sapmak yâhûd hayr ve kerem yolundan sapmak maʹnâsınadır; yukâlu: صَقَعَ الرَّجُلُ إِذَا ذَهَبَ أَوْ عَدَلَ عَنِ الطَّرِيقِ أَوْ عَنِ الطَّرِيقِ الْخَيْرِ وَالْكَرَمِ Ve bir kimseyi yıldırım çalmak maʹnâsınadır; yukâlu: صَقَعَتْهُ الصَّاقِعَةُ بِمَعْنَى صَعَقَتْهُ الصَّاعِقَةُ

Vankulu Lugatı - الصقع maddesi

اَلصُّقْعُ [eṡ-ṡuḵʹ] (ṡâd’ın zammı ve ḵâf’ın sükûnuyla) Cânib, nâhiye maʹnâsına; yukâlu: مَا أَدْرِي أَيْنَ صَقَعَ أَيْ أَيْنَ ذَهَبَ ve فُلَانٌ مِنْ أَهْلِ هَذِهِ الصُّقْعِ أَيْ مِنْ هَذِهِ النَّاحِيَةِ

اَلصَّقَعُ [eṡ-ṡaḵaʹ] (fethateynle) Yoldan çıkmak; yukâlu: صَقَعَ أَيْ عَدَلَ عَنِ الطَّرِيقِ Ve

صَقَعٌ [ṡaḵaʹ] Kuyu obrulmağa dahi derler; yukâlu: صَقِعَتِ الْبِئْرُ صَقَعًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا انْهَارَتْ Ve bu Ebû ʹUbeyd rivâyetidir. Ve

صَقَعٌ [ṡaḵaʹ] Kezâlik gam gibi bir nesnedir ki nefesi tutar, ziyâde harâretinden.

اَلصَّقْعُ [eṡ-ṡaḵʹ] (ṡâd’ın fethi ve ḵâf’ın sükûnuyla) Zikr olunan beyâzın mevziʹine vurmak; tekûlu: صَقَعْتُهُ إِذَا ضَرَبْتَهُ عَلَى ذَلِكَ الْمَوْضِعِ Ve

صَقْعٌ [ṡaḵʹ] Horoz ötmeğe dahi derler; yukâlu: صَقَعَ الدِّيكُ إِذَا صَاحَ Ve sîn’le dahi lügattır. Ve

صَقْعٌ [ṡaḵʹ] Kırağı yağmağa dahi derler; yukâlu: صَقَعَتِ الْأَرْضُ Ve

صَقْعٌ [ṡaḵʹ] Yıldırım vurmağa dahi derler.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı