اَلصُّلَّةُ [eṡ-ṡullet] (ṡâd’ın zammıyla) Suyun ve sâ΄ir nesnenin bakiyyesine denir. Ve bed ve müntin râyihaya denir. Ve nem-nâk yerde duran yâhûd ıslak olan şişkin lahme denir ki ekşimti râyihası olur. Mü΄ellif وَتَرَارَةُ اللَّحْمِ النَّدِيِّ ʹibâretiyle resm eylemekle gerçi lahm-ı mezbûrun şişkinliği demek olup lâkin muktezâ-yı siyâk ism olmakla وَاللَّحْمُ التَّارُّ النَّدِيُّ te΄vîlinde olmak mülâyimdir.
اَلْوَصْلُ [el-vaṡl] (أَصْلٌ [aṡl] vezninde) ve
اَلصِّلَةُ [eṡ-ṡilet] (ṡâd’ın kesriyle ve zammıyla) Bir nesneyi bir nesneye ulaştırıp bitiştirmek ve eklemek maʹnâsınadır; yukâlu: وَصَلَ الشَّيْءَ بِالشَّيْءَ وَصْلًا وَصِلَةً وَصُلَةً مِنَ الْبَابِ الثَّانِي لَأَمَهُ وَوَصِلَكَ اللهُ بِالْكَسْرِ لُغَةٌ فِي الْفَتْحِ Yaʹnî lügat-ı kalîlede bâb-ı râbiʹden dahi gelmiştir. Şârihin beyânına göre صِلَةٌ [ṡilet]in aslı وَصْلٌ [vaṡl] idi, وَعْدٌ [vaʹd] ve عِدَةٌ [ʹidet] gibi ve ṡâd’ın zammı aslı vâv-ı mazmûme ile وُصْلَةٌ [vuṡlat] olduğuna mebnîdir, lâkin صِلَةٌ [ṡilat] lâzıma mahsûs olmakla fark için vâv’ı hazf ve beyân-ı zamme için ṡâd’ı mazmûm eylediler. Ve
وَصْلٌ [vaṡl] ve
صِلَةٌ [ṡilet] ʹÂşık maʹşûkuna kavuşmak maʹnâsınadır, gerek ʹafâf ve nezâhet ve gerek habâset vechiyle olsun; yukâlu: وَصَلَهُ وَصْلًا وَصِلَةً إِذَا الْتَأَمَ يَكُونُ فِي عَفَافِ الْحُبِّ وَدَعَارَتِهِ
اَلصَّلَّةُ [eṡ-ṡallet] (غَلَّةٌ [ġallet] vezninde) Deriye denir, جِلْدٌ [cild] maʹnâsına, ʹalâ-kavlin henüz dibâgat olunmamış kuru deriye denir. Ve ayakkabıya denir; yukâlu: لَبِسَ الصَّلَّةَ أَيِ النَّعْلَ Ve yere ʹalâ-kavlin kupkuru yere denir yâhûd iki memtûr olan yerlerin aralığında kâ΄in memtûr olmayan yere denir; cemʹi صِلَالٌ [ṡilâl]dir ṡâd’ın kesriyle. Ve vüsʹatli firâvân yağmura denir. Ve müteferrik yağan azca yağmura denmekle zıdd olur; bunda ṡâd’ın kesriyle de câ΄izdir; yukâlu: مَطَرَةٌ صَلَّةٌ وَمَطَرٌ صَلٌّ أَيْ وَاسِعَةٌ وَكَذَا مُتَفَرِّقَةٌ قَلِيلَةٌ Ve bir bölük çayırlığa denir. Ve nem-nâk toprağa denir. Ve zor ile kakılan mîh ve kazık makûlesinin takırtısına ve at geminin çıkırtısına denir. Ve dibâgat içre olan müntin ve bed-râyiha deriye denir.
اَلصِّلَةُ [eṡ-ṡilet] (ṡâd’ın kesriyle) Bi-maʹnâhu; tekûlu: وَصَلْتُ الشَّيْءَ وَصْلًا وَصِلَةً Ve
وَصْلٌ [vaṡl] Ulaşıklık maʹnâsına da gelir, هَجْرٌ [hecr] ayrılık maʹnâsına geldiği gibi. Ve
وَصْلٌ [vaṡl] Sevbin yâhûd huffun birbirine ulaşmasına yaʹnî meremmet olmasına dahi derler.
اَلصَّلَّةُ [eṡ-ṡallet] (ṡâd’ın fethi ve lâm’ın teşdîdiyle) Kuru yer, arz-ı yâbise maʹnâsına. Ve
صَلَّةٌ [ṡallet] Deriye dahi derler, cild maʹnâsına; yukâlu: خُفٌّ جَيِّدُ الصَّلَّةِ Ve
صَلَّةٌ [ṡallet] Şol yağmura derler ki birbiri ardınca pâre pâre yağar.
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı