اَلْقَطَرُ [el-ḵaṯar] (fethateynle) Bir kimse meselâ bir sepet yâhûd bir denk buğdayı vezn edip geri kalanını vezn eylemeyip ona kıyâs ve tahmînle ahz eylemek maʹnâsınadır ki مُقَاطَرَةٌ [muḵâṯaret] dahi denir; ism mevkiʹinde müstaʹmellerdir. Kâle’ş-şârih ve minhu hadîsu İbn Sîrîn: ḣأَنَّهُ كَانَ يَكْرَهُ الْقَطَرَ وَهُوَ أَنْ يَزِنَ الرَّجُلُ جُلَّةً أَوْ عِدْلاً مِنْ حَبٍّ فَيَأْخُذَ مَا بَقِيَ عَلَى حِسَابِ ذَلِكَ وَلاَ يَزِنُهُḢ ve yukâlu: لَهُ الْمُقَاطَرَةُ وَكَأَنَّهُ مَأْخُوذٌ مِنْ قِطَارِ الْإِبِلِ لاَ تُبَاعُ بَعْضُهُ بَعْضًا Ve
قَطَرٌ [Ḵaṯar] Ḵaṯîf ile ʹUmân beyninde bir belde adıdır. Zikr olunan siyâb-ı kitriyye ona mensûbdur, gayr-i kıyâs üzere. Kezâlik نَجَائِبُ قَطَرِيَّاتٌ [necâibu ḵaṯariyyât] dedikleri soy develer oraya mensûblardır.
اَلْقَطْرُ [el-ḵaṯr] (سَطْرٌ [saṯr] vezninde) ve
اَلْقُطُورُ [el-kuṯûr] (خُطُورٌ [ḣuṯûr] vezninde) ve
اَلْقَطَرَانُ [el-ḵaṯarân] (fetehâtla) Damlamak maʹnâsınadır; yukâlu: قَطَرَ الْمَاءُ وَالدَّمْعُ قَطْرًا وَقُطُورًا وَقَطَرَانًا مِنَ الْبَابِ اْلأَوَّلِ إِذَا سَقَطَ قَطْرَةً ve yukâlu: قَطَرَتْ اِسْتُهُ إِذَا مَصَلَتْ Yaʹnî “İshâle uğradı.” Ve
قَطْرٌ [ḵaṯr] Müteʹaddî olur, damlatmak maʹnâsına; yukâlu: قَطَرَهُ اللهُ قَطْرًا Ve
قَطْرٌ [ḵaṯr] Damlayan şey΄e denir ki damla taʹbîr olunur. Müfredi قَطْرَةٌ [ḵaṯret]tir; cemʹi قِطَارٌ [ḵiṯâr]dır ḵâf’ın kesriyle. Ve
قَطْرٌ [Ḵaṯr] Vâsiṯ ile Baṡra beyninde bir mevziʹ adıdır. Ve
قَطْرٌ [ḵaṯr] Kezâlik masdar olur, develeri katarlamak maʹnâsına; yukâlu: قَطَرَ الْإِبِلَ قَطْرًا إِذَا قَرَّبَ بَعْضَهَا إِلَى بَعْضٍ عَلَى نَسَقٍ Ve
قُطُورٌ [ḵuṯûr] Pek sürʹatle gitmek maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: قَطَرَ فِي الْأَرْضِ قُطُورًا إِذَا ذَهَبَ وَأَسْرَعَ Ve
قَطْرٌ [ḵaṯr] Bir adamı ʹunf ve şiddetle yere çalmak maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: قَطَرَ فُلاَنًا إِذَا صَرَعَهُ صَرْعَةً شَدِيدَةً Ve esvâb dikmek maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: قَطَرَ الثَّوْبَ إِذَا خَاطَهُ Ve bir semte alıp getirmek maʹnâsına müstaʹmeldir ve nefy makâmına mahsûstur; tekûlu: مَا أَدْرِي مَنْ قَطَرَهُ وَمَنْ قَطَرَ بِهِ أَيْ أَخَذَهُ
اَلْقُطْرُ [el-ḵuṯr] (ḵâf’ın zammıyla) Nâhiye ve cânib maʹnâsınadır. Cemʹi أَقْطَارٌ [aḵṯâr]dır. أَقْطَارُ السَّمَوَاتِ [aḵṯâru’s-semâvât] göklerin kenârları ve nâhiyeleri demektir. Fenn-i hey΄ette قُطْرٌ [ḵuṯr]-ı dâ΄ire bundan me΄hûzdur; bir dâ΄ire tavsît ve tansîf kılındıkta hâsıl olan iki kavsin miyânını fasl eden doğru çizgidir ki iki tarafın nâhiyesi olur. Ve
قُطْرٌ [ḵuṯr] ʹÛd ağacına denir ki tîb-i maʹrûftur; yukâlu: تَبَخَّرَ بِالْقُطْرِ أَيِ الْعُودِ
اَلأَقْطَارُ [el-aḵṯâr] (hemzenin fethi ve ḵâf’ın sükûnuyla) قُطْرٌ [ḵuṯr]un cemʹidir, cânibler maʹnâsına. Ve
قُطْرٌ [ḵuṯr] ve
قُطُرٌ [ḵuṯur] (ṯâ’nın sükûnu ve zammıyla عُسْرٌ [ʹusr]la عُسُرٌ [ʹusur] gibi) Şol ʹûddur ki onunla buhûr olunur.
اَلْقَطْرُ [el-ḵaṯr] (ḵâf’ın fethi ve ṯâ’nın sükûnuyla) Yağmurdur, matar maʹnâsına. Ve قَطْرَةٌ [ḵaṯret]in cemʹi dahi gelir. Ve
قَطْرٌ [ḵaṯr] Bir nesne damlamağa dahi derler; yukâlu: قَطَرَ الْمَاءُوَغَيْرُهُ يَقْطُرُ قَطْرًا مِنَ الْبَابِ الْأَوَّلِ Ve damlatmak maʹnâsına da gelir; yukâlu: قَطَرْتُهُ أَنَا يَتَعَدَّى وَلَا يَتَعَدَّى Ve
قَطْرٌ [ḵaṯr] Katran sürmeğe de derler; yukâlu: قَطَرْتُ الْبَعِيرَ إِذَا طَلَيْتَهُ بِالْقَطِرَانِ
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı