اَلْقَعُودَةُ [el-ḵaʹûdet] (hâ’yla) ve
اَلْقُعْدَةُ [el-ḵuʹdet] (عُمْدَةٌ [ʹumdet] vezninde) قَعُودٌ [ḵaʹûd] ile maʹnâ-yı evvelde mürâdiftir. Ve
قُعْدَةٌ [ḵuʹdet] Eşeğe ıtlâk olunur, حِمَارٌ [ḩimâr] maʹnâsına. Cemʹi قُعُدَاتٌ [ḵuʹudât] gelir zammeteynle. Ve
قُعْدَةٌ [ḵuʹdet] Atın eyerine ıtlâk olunur, سَرْجٌ [serc] maʹnâsına. Ve dâbbenin pâlânına ıtlâk olunur, رَحْلٌ [raḩl] maʹnâsına.
اَلْقِعْدَةُ [el-ḵiʹdet] (ḵâf’ın kesriyle) Binâ-i nevʹdir, lisânımızda ondan oturuş ile taʹbîr olunur; yukâlu: هُوَ حَسَنُ الْقِعْدَةِ ve yukâlu: يَقْعَدُ قِعْدَةُ الدُّبِّ Yaʹnî “Ayı oturuşu gibi oturur.” Ve
قِعْدَةٌ [ḵiʹdet] Kâʹid olan kimsenin oturduğu mekândan ahz eylediği mikdâra denir ki oturumluk ve bir adam oturacağı yer taʹbîr olunur. Lâkin Esâs’ta طُولُ إِنْسَانٍ قَاعِدٍ ʹibâretiyle müfesser olmakla bi΄r-i mezkûre ona mebnî terceme olundu ve bu maʹnâda ḵâf’ın fethiyle de câ΄izdir. Ve
قِعْدَةٌ [ḵiʹdet] Bir adamın en sonra tevellüd eden veledine ıtlâk olunur ki hâtime-i evlâdıdır. Müzekker ve mü΄ennesi ve müfred ve cemʹi müsâvîdir; yukâlu: هُوَ وَهِيَ وَهُمْ قِعْدَتُهُ أَيْ آخِرُ وَلَدِهِ
اَلْقُعَدَةُ [el-ḵuʹadet] (ḵâf’ın zammı ve ʹayn’ın fethiyle) Çok oturan kimse; yukâlu: رَجُلٌ قُعَدَةٌ ضُجَعَةٌ Yaʹnî “Çok oturan ve çok yatan kimse.” Ve
قُعَدَةٌ [ḵuʹadet] Şol deveye derler ki çoban onu her hâceti için çöküre, قُعُودٌ [ḵuʹûd] maʹnâsına; yukâlu: نِعْمَ الْقُعَدَةُ هَذَا
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı