اَلْأَتَاوِيُّ [el-etâviyy] ve
اَلْأَتِيُّ [el-etiyy] (hemzelerin harekât-ı selâsıyla) Şol cedvele denir ki bir kimse onu nehrden ayırıp kendi tarla ve bâgçesine getirmiş ola. Ve ʹinde’l-baʹz seyl-i garîbe denir ki kandan geldiği nâ-maʹlûm olup ʹale’l-gafle gelmiş ola. Ve garîb kimseye de denir.
اَلْأَتْيُ [el-ety] (hemzenin fethi ve tâ’nın sükûnuyla) ve
اَلْإِتْيَانُ [el-ityân] ve
اَلْإِتْيَانَةُ [el-ityânet] (hemzelerin kesriyle) ve
اَلْمَأْتَاةُ [el-me΄tât] (mîm’in fethiyle) ve
اَلْأُتِيُّ [el-utiyy] (hemzenin zammı ve kesri ve tâ’nın kesriyle) Gelmek, مَجِيءٌ [mecî΄] maʹnâsınadır; tekûlu: أَتَيْتُهُ أَتْيًا وَإِتْيَانًا وَإِتْيَانَةً وَمَأْتَاةً وَأُتِيًّا إِذَا جِئْتَهُ Şârih der ki işbu أَتَى kelimesi جَاءَ gibi lâzım ve müteʹaddî olur; ve kavluhu taʹâlâ: ﴿وَلَا يُفْلِحُ السَّاحِرُ حَيْثُ أَتَى﴾ أَيْ حَيْثُ كَانَ ve yekûlûne: أَتَى الْأَمْرَ أَيْ فَعَلَهُ Ve bunlar mülâzemet yâhûd sebeb-i ʹâdî ʹalâkasıyladır; yukâlu: أَتَى عَلَيْهِ الدَّهْرُ أَيْ أَهْلَكَهُ Ve yukâlu: أُتِيَ فُلَانٌ عَلَى الْمَجْهُولِ أَيْ أَشْرَفَ عَلَيْهِ الْعَدُوُّ Yaʹnî “Kendisine düşmanı gâlib ve müstevlî oldu.”
اَلْأَتِيُّ [el-etiyy] (hemzenin fethi ve yâ’nın âhirinde teşdîdiyle) Şol harktır ki bir kimse kazıp onu kendi tarlasına götürür, pes bu فَعِيلٌ [faʹîl] vezni üzere olur. Ve
أَتِيٌّ [etiyy] Garîb maʹnâsına dahi gelir.
اَلْأَتْيُ [el-ety] (hemzenin fethi ve tâ’nın sükûnuyla) Bi-maʹnâhu; tekûlu: أَتَيْتُهُ أَنَا إِتْيَانًا وَأَتْيًا ve أَتَوْتُهُ dahi lügattır, vâv’la.
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı