el-ʹilḵ ~ اَلْعِلْقُ

Kamus-ı Muhit - العلق maddesi

اَلْعُلُوقُ [el-ʹulûḵ] (قُعُودٌ [ḵuʹûd] vezninde) ve

اَلْعِلْقُ [el-ʹilḵ] (ʹayn’ın kesriyle) ve

اَلْعَلَقُ [el-ʹalaḵ] (fethateynle) ve

اَلْعَلاَقَةُ [el-ʹalâḵat] (ʹayn’ın fethiyle) Bir kimseye yâhûd bir nesneye gönül ilişip ʹaşk ve muhabbetine giriftâr olmak maʹnâsınadır; yukâlu: عَلِقَهُ وَعَلِقَ بِهِ عُلُوقًا وَعِلْقًا وَعَلَقًا وَعَلاَقَةً مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا هَوَاهَا وَأَحَبَّهَا

اَلْعَلَقُ [el-ʹalaḵ] (fethateynle) ʹÂmmeten kana denir دَمٌ [dem] maʹnâsına, ʹalâ-kavlin pek kızıl kana yâhûd koyu kana yâhûd uyuşuk kana denir; عَلَقَةٌ [ʹaleḵat] ondan bir kıtʹadır; yukâlu: فِي ثَوْبِهِ عَلَقٌ أَيْ دَمٌ أَوِ الشَّدِيدُ الْحُمْرَةِ أَوِ الْغَلِيظُ أَوِ الْجَامِدُ İşbu عَلَقٌ [ʹalaḵ] mâddesi yapışıp ilişmek maʹnâsına mevzûʹdur. Ve mutlakan ilişken ve yapışkan nesneye denir. Burada nüshalar iki gûnedir ve ikisi dahi sahîh ve muhtemeldir. Kiminde وَكُلُّ مَا عُلِّقَ ʹibâretiyle ki mechûl ve müşeddedü’l-lâm olarak mersûmdur, buna göre mutlakan kendisine ilişip عَلاَقَةٌ [ʹalâḵat] olunan nesne demek olur ve kiminde عَلِقَ ʹunvânında ki سَمِعَ veznindedir, merkûmdur, buna göre mutlakan ilişken ve yapışkan nesne demek olur, zîrâ fethateynle فَعَلٌ [faʹal] fâʹil maʹnâsına gelir, lâkin bunu zeylinde وَالطِّينُ الَّذِي يَعْلَقُ بِالْيَدِ maʹnâsı mü΄eyyiddir. Ve ele yapışkan balçığa denir. Ve husûmet-i lâzime ve muhabbet-i lâzime maʹnâlarına masdar olurlar, ke-mâ se-yuzkeru. Ve

عَلَقٌ [ʹalaḵ] Sülük taʹbîr olunan siyâh ve uzunca kurda denir ki aʹzâya yapıştırılır. Ve eşcâr dorusundan mevâşî yediği doruğa denir. Ve yolun işlek yerine denir. Ve kuyunun makara ilişip ipi geçirilen nesneye denir. Ve makaranın kendisine yâhûd ip ve kova ve mihver gibi cümle edevâtına ıtlâk olunur yâhûd bakaraya taʹlîk olunan ipe denir. Ve ʹaşk ve muhabbet eylemek maʹnâsınadır; عَلاَقَةٌ [ʹalâḵat] gibi, ke-mâ se-yuzkeru. Ve عَلَقُ الْقِرْبَةِ [ʹalaḵu’l-ḵirbet], عَرَقُ الْقِرْبَةِ [ʹaraḵu’l-ḵirbet] maʹnâsınadır ki şiddet ve mihnetten kinâyedir; yukâlu: وَقَعَ فِي عَلَقِ الْقِرْبَةِ أَيْ عَرَقِهَا Ve

عَلَقٌ [ʹalaḵ] Bir işi işlemeğe başlayıp ve onun üzerine olmak maʹnâsınadır; yukâlu: عَلِقَ يَفْعَلُ كَذَا أَيْ طَفِقَ Ve bilmek maʹnâsınadır; yukâlu: عَلِقَ أَمْرَهُ عَلَقًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا عَلِمَهُ Ve bir nesneye ilişip tutulmak maʹnâsınadır; ve minhu’l-meselu: “عَلِقَتْ مَعَالِقَهَا وَصَرَّ الْجُنْدَبُ” Ve mesel-i mezbûr “ص،ر،ر” mâddesinde beyan olundu. Mütercim der ki gerçi mü΄ellif bunu mâdde-i mezbûreye ihâle eyledi, lâkin onda bir türlü taʹarruz eylemedi. Aslı budur ki bir kuyu kurbünde yurt tutmuş bir kimse bir gün o kuyuya varıp ipini kuyunun ipine bend eyledikten sonra kuyu sâhibine varıp hakk-ı civâr iddiʹâsında oldu. Kuyu sâhibi sebebinden su΄âl eyledikte ipini kuyusunun ipine bend eylediğini ihbâr eyledi. Kuyu sâhibi bunu işittikte “Ne yabana söylersin, ipini alıp bu semtten bertaraf ol!” diye istiskâl eyledikte mezbûr kelâm-ı merkûmu îrâd eyledi. Yaʹnî “Kuyunun su çekecek âleti bağlanıp ve جُنْدَبٌ [cundeb] ötmeğe başladı” ki harâret-i eyyâmdan kinâyedir, pes bana buradan irtihâl emr-i muhâldir demektir. Bir kimse kendi işine ke-mâ yenbagî metânet ve istihkâm verdikte darb olunur. Ve baʹzılar “جَفَّ الْقَلَمُ” meselinin maʹrizinde darb ettiler. Ve

عَلَقٌ [ʹalaḵ] ʹAvret gebe kalmak maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: عَلِقَتِ الْمَرْأَةُ إِذَا حَبِلَتْ Ve davarın ağzına sülük yapışmak maʹnâsınadır; yukâlu: شَرِبَتِ الدَّابَّةُ الْمَاءَ فَعَلِقَتْ بِهَا الْعَلَقَةُ أَيْ تَعَلَّقَتْ Ve

عَلَقٌ [ʹalaḵ] Bir nesne ilişip geçmekle yırtılmış yırtığa denir; yukâlu: بِثَوْبِهِ عَلَقٌ أَيْ خَرْقٌ مِنْ شَيْءٍ عَلِقَهُ Ve bu hâsıl bi’l-masdar kabîlindendir.

اَلْعَلْقُ [el-ʹalḵ] (خَلْقٌ [ḣalḵ] vezninde) Davar ağaç doruğundan otlamak maʹnâsınadır; yukâlu: عَلِقَتِ الْإِبِلُ الْعِضَاهَ وَعَلَقَتْ عَلْقًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ وَالْأَوَّلِ إِذَا رَعَتْهَا مِنْ أَعْلاَهَا Ve

عَلْقٌ [ʹalḵ] Şol yırtığa denir ki ona bir nesne ilişip dokunmakla yırtılmış ola; yukâlu: أَصَابَ ثَوْبَهُ عَلْقٌ وَعَلَقٌ بِفَتْحَتَيْنِ كَمَا مَرَّ أَيْ خَرْقٌ مِنْ شَيْءٍ عَلِقَهُ Ve

عَلْقٌ [ʹAlḵ] Bir mevziʹ adıdır. Ve bir şecer adıdır ki debbâglar istiʹmâl ederler. Ve sövmek maʹnâsınadır; yukâlu: عَلَقَهُ عَلْقًا مِنَ الْبَابِ اْلأَوَّلِ إِذَا شَتَمَهُ Ve bir adamı dillemek maʹnâsınadır; yukâlu: عَلَقَهُ بِلِسَانِهِ إِذَا سَلَقَهُ

اَلْعُلَقُ [el-ʹulaḵ] (صُرَدٌ [ṡurad] vezninde) Gayr-i munsarıf olarak âfet ve dâhiyenin ʹalemidir, فُلَقُ [fulaḵ] lafzıyla istiʹmâl olunur; عَالِقٌ [ʹâliḵ] ve فَالِقٌ [fâliḵ] lafzlarından maʹdûllerdir; yukâlu: جَاءَ بِعُلَقَ فُلَقَ أَيْ بِالدَّاهِيَةِ Ve

عُلَقُ [ʹulaḵ] Ölümlere ıtlâk olunur, مَنَايَا [menâyâ] maʹnâsına. Ve eşgâle ıtlâk olunur. Ve cemʹ-i kesîre ıtlâk olunur. Mü΄ellif وَالْعُلَقُ كَصُرَدٍ اَلْمَنَايَا وَالْأَشْغَالُ وَالْجَمْعُ الْكَثِيرُ ʹibâretiyle resm eylemekle o minvâl üzere terceme olundu. Ancak vech-i mezkûr üzere عُلَقُ [ʹulaḵ] lafzını dâhiye maʹnâsında ve bunlarda صُرَدٌ [ṡurad] ile vezn eylemekle hele dâhiyede müfred olduğu zâhir olup lâkin bu maʹnâlar cemʹ olmakla müfred terkîbine mülâyim değildir. Gâliben zihni evvele müteʹallik olmakla burada dahi min-gayr-i tenebbüh صُرَدٌ [ṡurad] ile vezn eyledi, zîrâ muktezâ-yı maʹnâ burada عُلَقٌ [ʹulaḵ] cemʹ olmaktır, غُرَفٌ [ġuref] gibi ki غُرْفَةٌ [ġurfet]in cemʹidir, pes عُلَقٌ [ʹulaḵ] dahi عُلَقْةٌ [ʹulḵat]in cemʹi olur, غُرْفَةٌ [ġurfet] vezninde fe’lyuharrer.

Vankulu Lugatı - العلق maddesi

اَلْعِلْقُ [el-ʹilḵ] (ʹayn’ın kesri ve lâm’ın sükûnuyla) Her nesnenin nefîsine derler; yukâlu: عِلْقُ مَضِنَّةٍ Yaʹnî şol nefîs nesne ki ona buhl olunur. Ve gulâm-ı fâside dahi عِلْقٌ [ʹilḵ] dedikleri bundan me΄hûzdur.

اَلْعَلَقُ [el-ʹalaḵ] (fethateynle) Koyu kan, dem-i galîz maʹnâsına. Ve

عَلَقٌ [ʹalaḵ] عَلَقَةٌ [ʹalaḵat]ın cemʹi dahi gelir, sülükler maʹnâsına. Ve

عَلَقُ الْقِرْبَةِ [ʹalaḵu’l-ḵirbet] Kırbadan sızan su yâhûd belâ, dâhiye maʹnâsına ki عَرَقُ الْقِرْبَةِ [ʹareḵu’l-ḵirbet]te lügattır; yukâlu: جَشِمْتُ إِلَيْكَ عَلَقَ الْقِرْبَةِ Ve

ذُوعَلَقٍ [Žû ʹAlaḵ] Bir dağın ismidir. Ve

عَلَقٌ [ʹalaḵ] Kezâlik şol nesnedir ki ona kuyu bekresin asarlar. Ve cümle bekre âletine dahi derler; yukâlu: أَعِرْنِي عَلَقَكَ أَيْ أَدَاةَ بَكَرَتِكَ Ve

عَلَقٌ [ʹalaḵ] تَعَلُّقٌ [taʹalluḵ] maʹnâsına da gelir; yukâlu: عَلِقَ بِهِ عَلَقًا إِذَا تَعَلَّقَ بِهِ Ve

عَلَقٌ [ʹalaḵ] Eşcârdan şol nesneye derler ki onu davar kût edinip onunla geçinir. Ve

عَلَقٌ [ʹalaḵ] Esbâba dolaşıp çeken nesneye dahi derler; yukâlu: أَصَابَ ثَوْبِي عَلَقٌ وَهُوَ مَا عَلِقَهُ فَجَذَبَهُ

عَلَقٌ [ʹalaḵ] Kezâlik hevâya derler, mahabbet maʹnâsına; yukâlu: “نَظْرَةٌ مِنْ ذِي عَلَقٍ” ve yukâlu: عَلِقَهَا وَعَلِقَ حُبُّهَا بِقَلْبِهِ أَيْ هَوِيَهَا Ve bir işe dolaşmağa dahi derler; yukâlu: عَلِقَ يَفْعَلُ كَذَا مِثْلُ طَفِقَ Yaʹnî bir nesneyi işlemeğe başladı. Baʹzılar eyitti: عَلِقَ يَفْعَلُ كَذَا [sözü] أَحَبَّهُ ve إِعْتَادَهُ maʹnâsınadır. Ve bir nesne bir nesneye bağlanmağa dahi derler;minhu kavluhum fi’l-meseli: “عَلِقَتْ مَعَالِقَهَا وَصَرَّ الْجُنْدُبُ” Ve bu meselin aslı budur ki bir kimse bir kuyuya varıp ipin o kuyunun ipine bağladıktan sonra zikr olunan kuyunun sâhibine varıp hakk-ı civâr daʹvâsın edicek kuyu sâhibi bâʹisin su΄âl ettikte benim ipim hâlâ senin ipine bağlıdır dedi.Kuyu sâhibi imtinâʹ edip ona o mevziʹden göçmesin emr ettikte eyitti: “عَلِقَتْ مَعَالِقَهَا وَصَرَّ الْجُنْدُبُ”Yaʹnî “Kuyunun âleti bağlandı ve havânın harâreti gâlib olup çekirge öttü, pes bu mevziʹden irtihâl bana muhâldir.” Ve ʹavret hâmile olmak maʹnâsına da gelir. Ve âhû tuzağa tutulmak maʹnâsına da gelir; yukâlu: عَلِقَ الظَّبْيُ فِي الْحِبَالَةِ Ve davarın ağzına sülük yapışmak maʹnâsına da gelir; yukâlu: عَلِقَتِ الدَّابَّةُ إِذَا شَرِبَتِ الْمَاءَ فَعَلِقَتْ بِهَا الْعَلَقَةُ Ve

اَلْعَلْقُ [el-ʹalḵ] (ʹayn’ın fethi ve lâm’ın sükûnuyla) Ot otlamak; yukâlu: عَلَقَتِ الْإِبِلُ الْعِضَاهَ تَعْلُقُ عَلْقًا مِنَ الْبَابِ الْأَوَّلِ إِذَا تَسَنَّمَتْهَا وَتَنَاوَلَتْهَا بِأَفْوَاهِهَا Ve fi’l-hadîsi: “أَرْوَاحُ الشُّهَدَاءِ فِي حَوَاصِلِ طَيْرٍ خُضْرٍ تَعْلُقُ مِنْ وَرَقِ الْجَنَّةِ”

اَلْعُلَقُ [el-ʹulaḵ] (ʹayn’ın zammı ve lâm’ın fethi ile عُمَرُ [ʹumer] vezni üzere) Belâ maʹnâsınadır; lâ-yansarıftır, istiʹmâli فُلَقُ [fulaḵ] kelimesi iledir vezn-i mezbûr üzere, mecmûʹusu belâ ve âfet demek olur, dâhiye maʹnâsına. Baʹzılar eyitti: عُلَقٌ [ʹulaḵ] cemʹ-i kesîr maʹnâsınadır.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı