el-vedaḵ ~ اَلْوَدَقُ

Kamus-ı Muhit - الودق maddesi

اَلْوَدَاقُ [el-vedâḵ] (سَحَابٌ [seḩâb] vezninde) ve

اَلْوَدَقَانُ [el-vedeḵân] (fetehâtla) ve

اَلْوَدَقُ [el-vedaḵ] (fethateynle) Bunlar da bütün tırnaklı hayvân kösnümek maʹnâsınadır; yukâlu: وَدَقَتْ ذَاتُ الْحَافِرِ وَوَدِقَتْ وَوَدُقَتْ وَدَاقًا وَوَدَقَانًا وَوَدَقًا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي وَالرَّابِعِ وَالْخَامِسِ إِذَا أَرَادَتِ الْفَحْلَ

اَلْوَدْقُ [el-vedḵ] (vâv’ın fethiyle) Yağmura denir; yukâlu: أَخَذَنَا الْوَدْقُ أَيِ الْمَطَرُ Mü΄ellifin Baṡâ΄ir’de beyânına göre وَدْقٌ [vedḵ] matar aralığında gubâr gibi nesneye mevzûʹdur ki Türkîde ona kay derler, baʹdehu tecevvüzen matarda istiʹmâl olunur. Ve

وَدْقٌ [vedḵ] Masdar olur, yağmur damlamak maʹnâsına; yukâlu: وَدَقَ الْمَطَرُ وَدْقًا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي إِذَا قَطَرَ Ve

وَدْقٌ [vedḵ] ve

وُدُوقٌ [vudûḵ] (وُقُوفٌ [vuḵûf] vezninde) Bir nesne pek gelip çatmakla tüleğe gelmek maʹnâsınadır; yukâlu: وَدَقَ إِلَيْهِ وُدُوقًا وَوَدْقًا إِذَا دَنَا مِنْهُ وَأَمْكَنَهُ ve minhu’l-meselu: “وَدَقَ الْعَيْرُ إِلَى الْمَاءِ” أَيْ دَنَا مِنْهُ Bu mesel bir nesneye ifrât-ı hırsından tezellül ve huzûʹ eden kimse hakkında darb olunur. Ve

وَدْقٌ [vedḵ] Alışıp üns ve ülfet eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: وَدَقَ بِهِ إِذَا اسْتَأْنَسَ بِهِ Ve karın vüsʹatlenmek, ʹalâ-kavlin ishâl eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: وَدَقَ بَطْنُهُ إِذَا اتَّسَعَ أَوِ اسْتَطْلَقَ Ve bulut yağmur yağdırmak maʹnâsınadır; yukâlu: وَدَقَتِ السَّمَاءُ إِذَا أَمْطَرَتْ Ve kılıç keskinlenmek maʹnâsınadır; yukâlu: وَدَقَ السَّيْفُ إِذَا حَدَّ Ve bir şahsın pek semizlikten göbeği sölpüklenip sarkmak, ʹalâ-kavlin göbeği çıkık kimse gibi semizlikten taşra uğramak maʹnâsınadır; yukâlu: وَدَقَتْ سُرَّتُهُ إِذَا سَالَتْ وَاسْتَرْخَتْ أَوْ خَرَجَتْ كَأَنَّهُ أَبْجَرُ Ve

وَدْقٌ [vedḵ] Şol kırmızı noktalara ve beneklere denir ki gözde hâdis olur, demin kaynayıp çıkmasından hâdis olur, ʹalâ-kavlin bir etçeğizdir ki gözde hâdis olup giderek büyüyüp galîzlenir yâhûd gözde bir marazdır ki onun darbından kulak şişip kabarır. Müfredi وَدْقَةٌ [vedḵat]tır ve bunda dâl’ın fethiyle de câ΄izdir; yukâlu: أَصَابَ بِعَيْنِهِ وَدْقٌ أَيْ نُقَطٌ حُمْرٌ تَخْرُجُ فِيهَا مِنْ دَمٍ تَشْرَقُ بِهِ أَوْ هِيَ لَحْمَةٌ تَعْظُمُ فِيهَا أَوْ مَرَضٌ فِيهَا تَرِمُ مِنْهُ الْأُذُنُ Lâkin kütüb-i tıbbiyyede وَدْقَةٌ [vedḵat] şahmeye şebîh kıtʹa-i beyzâdır ki tabaka-i mültehimede zuhûr eder diye muʹarref olmakla kavl-i sânî buna akrebdir.

Vankulu Lugatı - الودق maddesi

اَلْوَدْقُ [el-vedḵ] (vâv’ın fethi ve dâl’ın sükûnuyla) Yağmur.Ve yağmur damlamak maʹnâsına dahi gelir; yukâlu: وَدَقَ الْمَطَرُ يَدِقُ وَدْقًا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي إِذَا قَطَرَ Ve karîb olmak maʹnâsına dahi gelir; tekûlu: وَدَقْتُ إِلَيْهِ إِذَا دَنَوْتَ مِنْهُ Ve fi’l-meseli: “وَدَقَ الْعَيْرُ إِلَى الْمَاءِ” أَيْ دَنَا Ve عَيْرٌ [ʹayr] ʹayn’ın fethi ve yâ’nın sükûnuyla hımâra derler vahşî olsun ehlî olsun. Ve bu mesel şol kimse için darb olunur ki bir nesneye huzûʹ ve tezellül göstere, ziyâde hırsından ötürü. Ve

وَدْقٌ [vedḵ] Bir nesneye üns tutmağa dahi derler; tekûlu: وَدَقْتُ بِهِ وَدْقًا إِذَا اسْتَأْنَسْتَ بِهِ Ve

وَدْقٌ [vedḵ] Bütün tırnaklı hayvân erkek istemeğe dahi derler; yukâlu: وَدَقَتْ تَدِقُ وَدْقًا

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı