ʹafl ~ عَفْلٌ

Kamus-ı Muhit - عفل maddesi

اَلْعَفْلُ [el-ʹafl] (نَفْلٌ [nefl] vezninde) Keçi tekesinin ve öküzün paçaları aralığının yağının kesretine denir. Ve bu enenmiş, خَصِيٌّ [ḣaṡiyy] olanlarda müstaʹmeldir, zîrâ onlar semiz ve oraları yağlı olur; yukâlu: فِي التَّيْسِ أَوِ الثَّوْرِ عَفْلٌ وَهُوَ كَثْرَةُ شَحْمِ مَا بَيْنَ رِجْلَيْهِمَا وَهُوَ أَعْفَلُ Ve

عَفْلٌ [ʹafl] Dübür ile zekerin beyninde olan çizgiye denir. Ve koç kısmının hâyelerinin ve çevre yanlarının yağına denir. Ve koç kısmının semizliğini ve arıklığını bilmek için el ile yoklanacak kavram yerine denir.

Ve قَرَنٌ [ḵaren] mü΄ellife göre عَفَلَةٌ [ʹafelet]-i sagîredir ve etıbbâya göre mâddesi halkî kemiktir yâhûd halt-ı sulb-ı şedîddir. Buna ʹilâc hemân gayr-i kâbildir. Ve baʹzen inzımâm ve imtilâ΄ sebebiyle nüfûz mümkin olmaz. Ve mü΄ellifin رَتْقٌ [retḵ] mâddesinde takdîm eylediği kavl bu olacaktır. Ve Muġrib’in ve Miṡbâḩ’ın ve Nihâye’nin beyânları dahi tafsîl-i merkûma mülâyimdir, ancak Nihâye’de عَفَلَةٌ [ʹafelet] ile قَرَنٌ [ḵaren]i fark etmemiştir. Ve Ḵâḋî Şureyḩ mahzarına bir kimse bir câriye-i karnâ΄ getirip istiftâ eyledikte “Yere oturtun, eğer o hâdise yere dokunursa ʹaybdır ve illâ ʹayb değildir” diye iftâ eylediğini nakl eylemiştir. Buna göre رَتْقٌ [retḵ] halkî bitişik ve عَفَلٌ [ʹafel] ve قَرَنٌ [ḵaren] debbelik olur, niteki mü΄ellife göre de ikisi birdir, lâkin sıgar ve kiber cihetiyle farkları vardır. Pes beynlerinde ʹumûm ve husûs-ı mutlak olmak melhûzdur fe’lyuhfaz; yukâlu: بِهَا عَفَلٌ وَعَفَلَةٌ وَهُوَ شَيْءٌ يَخْرُجُ مِنْ قُبُلِ النِّسَاءِ وَحَيَاءِ النَّاقَةِ كَالْأُدْرَةِ لِلرِّجَالِ Ve

عَفَلٌ [ʹafel] Masdar olur hatunda yâhûd nâkada عَفَلَةٌ [ʹafelet] hudûs eylemek maʹnâsına; yukâlu: عَفِلَتِ الْمَرْأَةُ أَوِ النَّاقَةُ عَفَلًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا صَارَتْ بِهَا عَفَلَةٌ

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı