اَلْعَلَبُ [el-ʹaleb] (fethateynle) Bir nesne pek ve sulb olmak maʹnâsınadır; yukâlu: عَلِبَ الشَّيْءُ وَعَلَبَ عَلَبًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ وَاْلأَوَّلِ إِذَا صَلُبَ Ve şedîd ve sert ve dürüşt olmak maʹnâsınadır; yukâlu: عَلِبَ الشَّيْءُ إِذَا جَسَأَ وَاشْتَدَّ Ve et çok durmakla rutûbeti çekilip kadîd olduktan sonra kokmak maʹnâsınadır; yukâlu: عَلِبَ اللَّحْمُ إِذَا تَغَيَّرَتْ رَائِحَتُهُ بَعْدَ اشْتِدَادِهِ Ve
عَلَبٌ [ʹaleb] (fethateynle) Bir maraz ismidir ki devenin boynu sinirinin iki tarafında hâdis olur. Ve kılıcın ağızı rahnelenip gediklenmek maʹnâsınadır; yukâlu: عَلِبَ السَّيْفُ عَلَبًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا تَثَلَمَّ حَدُّهُ
اَلْعَلِبُ [el-ʹalib] (كَتِفٌ [ketif] vezninde) Pek nesneye denir, şey΄-i sulb maʹnâsına. Ve sığın nevʹinden وَعِلٌ [vaʹil] dedikleri hayvânın iri ve yumru olanına denir. Sığın birkaç gûne olur, وَعِلٌ [vaʹil] dedikleri Türkîde çopur taʹbîr olunur, cüssesi geyikten ekber ve tüyü şitâda siyâha mâ΄il ve sayfta kızıl olur ve kuyruğu olmaz. Ve
عَلِبٌ [ʹalib] İri kelere denir. Bunda ʹayn’ın zammıyla da lügattir.
اَلْعَلْبُ [el-ʹalb] (قَلْبٌ [ḵalb] vezninde) Bir nesne bir yerde eser ü nişân eylemek maʹnâsınadır, hayvânın vücûdunda şerit ve kolan ve pâldüm makûlesinin yer eylemesi gibi. Ve kertmek ve çizmek maʹnâsınadır; yukâlu: عَلَبَ الشَّيْءَ عَلْبًا مِنَ الْبَابِ اْلأَوَّلِ وَالثَّانِي إِذَا أَثَّرَ فِيهِ ve yukâlu: عَلَبَهُ إِذَا جَزَّهُ Ve
عَلْبٌ [ʹalb] Galîz ve haşin yere denir. Bu maʹnâda ʹayn’ın kesriyle de câ΄izdir. Ve
عَلْبٌ [ʹalb] Kılıç ve bıçak makûlesinin kabzasına devenin boynu sinirini sarmak maʹnâsınadır; yukâlu: عَلَبَ السَّيْفَ وَنَحْوَهُ إِذَا حَزَمَ مَقْبِضَهُ بِعِلْبَاءِ الْبَعِيرِ Ve
عَلْبٌ [ʹalb] Pek ve sulb nesneye denir, taş gibi.
اَلْعَلْبُ [el-ʹalb] (ʹayn’ın fethi ve lâm’ın sükûnuyla) Bir nesnenin nişânı ki bir yerde bâkî kalır, meselâ devenin cisminde kolan yeri ve ip yeri gibi. Ve
عَلْبٌ [ʹalb] Kılıcın kabzasına deve siniri sarmak; yukâlu: عَلَبْتُ السَّيْفَ أَعْلُبُهُ عَلْبًا مِنَ الْبَابِ الْأَوَّلِ إِذَا حَزَمْتَ قَائِمَهُ بِعِلْبَاءِ الْبَعِيرِ Ve حَزْمٌ [ḩazm] ḩâ-i mühmele ve zâ-yı muʹceme ile bağlamağa ve sarmağa derler. Ve
عَلْبٌ [ʹalb] Et pekiyip kavî olmağa derler; yukâlu: عَلَبَ اللَّحْمُ Ve nebât galîz olmağa dahi derler; yukâlu: عَلَبَتِ النَّبَاتُ أَيْ جَسَأَ Yaʹnî pekiyip kurumağa başlasa yâhûd kalınlansa böyle derler; ve: كُلٌّ مِنْهُمَا مِنَ الْبَابِ الْأَوَّلِ وَالرَّابِعِ
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı