ḵaṯb ~ قَطْبٌ

Kamus-ı Muhit - قطب maddesi

اَلْقَطْبُ [el-ḵaṯb] (ḵâf’ın harekât-ı selâsı ve ṯâ’nın sükûnuyla) ve

اَلْقُطُبُ [el-ḵuṯub] (عُنُقٌ [ʹunuḵ] vezninde) ve

اَلْقُطْبَةُ [el-ḵuṯbet] (زُمْرَةٌ [zumret] vezninde) Değirmenin deliğine soktukları uzun demire denir ki değirmen onun üzerine deverân eder, kapı zıvanası gibi, Fârisîde mîḣ-i âsiyâ ve Türkîde değirmen iği taʹbir olunur, değirmenin alt taşında olur; yukâlu: دَارَتِ الرَّحَى عَلَى قَطْبِهَا وَقُطُبِهَا وَقُطُبَتِهَا وَهِيَ حَدِيدَةٌ تَدُورُ عَلَيْهَا Ve

قُطْبٌ [ḵuṯb] (ḵâf’ın zammıyla) Felekte bir küçük yıldıza ıtlâk olunur ki kıble onun üzerine binâ kılınır, yaʹnî mihrâb ona nazar ile vazʹ ve kıble onunla idrâk olunur. Murâd Ḵuṯb-ı Şimâlî olacaktır ki Cedy ile Ferḵadân meyânındadır; Türkîde Demirkazık taʹbîr olunur. Mukâbili Ḵuṯb-ı Cenûbî olacaktır. Mü΄ellif iktifâ eylemiştir. Kürre-i felekin mihverinin ki kutr taʹbîr olunan hattan ʹibârettir, iki cânibi olan nokta-i necmiyyedir ki kürre onların üzerine deverân eder ve ʹarazlar onlar ile idrâk olunur. Cevâmiʹde mihrâb vazʹında ve deryâlarda pusula ibresiyle Ḵuṯb-ı Şimâlî’ye iʹtibâr ederler; şimâl tarafında olanlar onu tamâm arkaya aldıkta cenûb-ı hakîkîye müteveccih olur. Ve baʹzılar ʹindinde kutb, nokta-i mevhûmedir. Her akşam Ḵuṯb-ı Şimâlî’ye nazar eylemek ledg-ı ʹakrebden emîn olmakta mücerrebdir. Ve

قُطْبٌ [ḵuṯb] Bir kavmin medâr-ı umûru olan seyyid ve ser-kârına ıtlâk olunur; yukâlu: هُوَ قُطْبُ قَوْمِهِ أَيْ سَيِّدُهُمْ Ve mutlakan bir nesnenin medâr-ı kıvâmı olan şey΄e ıtlâk olunur; pâdişâh, kutb-ı ʹasker olduğu gibi; yukâlu: هُوَ قُطْبُ ذَلِكَ اْلأَمْرِ أَيْ مِلاَكُهُ وَمَدَارُهُ Ve sâliklerin umûr-ı suveriyye vü maʹneviyyeleri kendisine müfevvez olan mürşid gibi. Cemʹi أَقْطَابٌ [aḵṯâb] gelir ve قُطُوبٌ [ḵuṯûb] gelir ve قِطْبَةٌ [ḵiṯbet] gelir, قِبْلَةٌ [ḵiblet] vezninde. Ve

قُطْبٌ [Ḵuṯb] Medîne-i münevvere’de ʹAḵîḵ nâm vâdîde bir mevziʹ adıdır; ʹalâ-kavlin ذُو الْقُطْبَةِ [Žu’l-Ḵuṯbet] ile müsemmâdır.

Vankulu Lugatı - قطب maddesi

اَلْقَطْبُ [el-ḵaṯb] (ḵâf’ın fethi ve ṯâ’nın sükûnuyla) ve

اَلْإِقْطَابُ [el-iḵṯâb] (hemzenin kesriyle) Şarâbı karıştırmak; yukâlu: قَطَبَ الشَّرَابَ مِنَ الْبَابِ الثَّانِي وَأَقْطَبَهُ أَيْ مَزَجَهُ Ve

قَطْبٌ [ḵaṯb] Çuvalın kulpun birbirine geçirmeğe de derler, eger iki cânibinden olursa قَطْبٌ [ḵaṯb] ve eger bir cânibinden olursa سَلْقٌ [selḵ] derler. Ve

قُطْبٌ [ḵuṯb] Alnı devşirmek ki hışım zamânında ederler; yukâlu: قَطَبَ بَيْنَ عَيْنَيْهِ أَيْ جَمَعَ

اَلْقَطْبُ [el-ḵaṯb] Çarh ağacı ki değirmen onun üzerinde döner; ḵâf’ın zammı ve fethiyle ve kesriyle lügattır. Ve

قُطْبٌ [Ḵuṯb] (ḵâf’ın zammıyla) Şol yıldızdır ki Cedy’le Ferḵadân beyninde olur. Ve felek onun üzerinde döner. Ve

قُطْبٌ [ḵuṯb] Bir kavmin ulusuna derler ki onların umûru onun üzerine devr eder; yukâlu: صَاحِبُ الْجَيْشِ قُطْبُ رَحَى الْحَرْبِ Yaʹnî “Serdâr-ı ʹasker değirmen ḵuṯbu gibidir” ki umûr-ı ʹasker onun üzerine devr eder.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı