el-ḩucur ~ اَلْحُجُرُ

Kamus-ı Muhit - الحجر maddesi

اَلْحُجُرُ [el-ḩucur] (zammeteynle) Tırnağın çevresini zih gibi ihâta eden etçeğize denir.

اَلْحَجَرُ [el-ḩacer] (fethateynle) Taşa denir, âlet-i menʹ olduğu için. Cemʹi أَحْجَارٌ [aḩcâr] ve cemʹ-i kılleti أَحْجُرٌ [aḩcur]dur ve حِجَارَةٌ [ḩicâret] gelir ḩâ’nın kesriyle ve âhirde hâ’yla ve حِجَارٌ [ḩicâr] gelir hâ’sız.

اَلْحُجَرُ [el-ḩucer] (صُرَدٌ [ṡurad] vezninde) حُجْرَةٌ [ḩucret]in cemʹidir ki çardağa denir غُرْفَةٌ [ġurfet] maʹnâsına. Ve deve ağılına denir ki etrâfı taştan çevrilir. حُجْرَةُ الدَّارِ [ḩucretu’d-dâr] ki odaya denir, bundan me΄hûzdur.

اَلْحَجْرُ [el-ḩacr] (ḩâ’nın harekât-ı selâsı ve cîm’in sükûnuyla) ve

اَلْحُجْرَانُ [el-ḩucrân] (ḩâ’nın zammı ve kesriyle) Menʹ eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: حَجَرَهُ حُجْرَانًا مِنَ الْبَابِ اْلأَوَّلِ إِذَا مَنَعَهُ ve yukâlu: حَجَرَ عَلَى الصَّغِيرِ الْقَاضِي إِذَا مَنَعَهُ مِنَ التَّصَرُّفِ فِي مَالِهِ Ve

حَجْرٌ [ḩacr] (ḩâ’nın fethi ve kesriyle) İnsânın kucağına denir, حِضْنٌ [ḩiḋn] ve kenâr ve âgûş maʹnâsınadır; yukâlu: نَشَأَ فِي حِجْرِ فُلاَنٍ أَيْ فِي حِضْنِهِ Fukahânın حِجْرُ حِضَانَةٍ [ḩicru ḩiḋânet] taʹbîrleri bundandır. Ve harâm maʹnâsınadır ki ismdir, şerʹan muharrem olan nesneden ʹibârettir; yukâlu: هَذَا حِجْرٌ عَلَيْكَ أَيْ حَرَامٌ Ve fi’t-Tenzîl’i: ﴿حِجْرًا مَحْجُورًا﴾ أَيْ حَرَامًا مُحَرَّمًا وَقُرِئَ بِالْفَتْحِ وَالْكَسْرِ ve

حَجْرٌ [ḩacr] (hemân fethle) Beyâz ve pâkîze kumluğa denir. Ve gözün hânesine denir; مَحْجِرُ الْعَيْنِ [maḩciru’l-ʹayn] maʹnâsına. Ve

حَجْرٌ [Ḩacr] Yemâme eyâletinin kasabası yaʹnî kâʹidetü’l-mülkü olan şehrin adıdır. Ve Benû ʹUḵayl diyârında bir mevziʹ ismidir. Ve ʹUžre kabîlesi bilâdıyla Ġaṯafân bilâdı beyninde bir vâdî adıdır. Ve Benû Suleym’e mahsûs bir karye adıdır; bunda ḩâ’nın kesriyle de zebân-zeddir. Ve Ġaṯafân bilâdında bir dağın adıdır. Ve Yemen’de bir mevziʹ ismidir. Ve bir mevziʹ adıdır ki orada Devs kabîlesiyle Kinâne meyânında bir vakʹa olmuştur. Ve

حَجْرٌ [ḩacr] حَجْرَةٌ [ḩacret] lafzından cemʹ-i cinsi olur ki نَاحِيَةٌ [nâḩiyet] maʹnâsınadır; yukâlu: تَنَحَّى فِي حَجْرَةٍ أَيْ نَاحِيَةٍ

اَلْحِجْرُ [el-ḩicr] (ḩâ’nın kesriyle) حَجْرٌ [ḩacr]-i mezkûr ile maʹnâ-yı evvelde mürâdiftir, niteki zikr olundu. Ve

حِجْرٌ [ḩicr] ʹAkl ve hûş maʹnâsınadır, nâ-sezâ umûrdan sâhibini menʹ eylediği için; yukâlu: هُوَ مِنْ ذَوِي الْحِجْرِ أَيِ الْعَقْلِ ve

حِجْرُالْكَعْبَةِ [Ḩicru’l-Kaʹbet] Beyt-i şerîfin cânib-i şimâlîsinde vâkiʹ Ḩaṯîm ile müdâr olan mevziʹden ʹibârettir ki beyt-i şerîftendir, gûyâ ki beyt-i şerîfin kucağıdır yâhûd حَجَرٌ [ḩacer] ile muhât olduğu mülâhazasına mebnîdir. Ve

حِجْرٌ [Ḩicr] Vâdi’l-Ḵurâ kurbünde Šemûd kavminin diyârı yâhûd bilâdı ismidir ve fîhi kavluhu taʹâlâ: ﴿كَذَبَ أَصْحَابُ الْحِجْرِ الْمُرْسَلِينَ﴾ Tâ΄ife-i mezbûre Hazret-i Ṡâliḩ kavmidir. Ve

حِجْرٌ [ḩicr] Kısrak ata ıtlâk olunur, erkeği dirâbdan menʹ eylediği için; bunda hâ’yla حِجْرَةٌ [ḩicret] demek lahndır. Cemʹi حُجُورٌ [ḩucûr] ve حُجُورَةٌ [ḩucûret]tir, zammla. Ve

حِجْرٌ [ḩicr] Hısımlık ve karâbet maʹnâsınadır ki bîgâneyi mâniʹdir; tekûlu: بَيْنِي وَبَيْنَهُ حِجْرٌ أَيْ قَرَابَةٌ Ve bir adamın kucağında yâ önünde olan sevbe denir. Ve

حِجْرُالرَّجُلِ [ḩicru’r-recul] ve

حِجْرُالْمَرْأَةِ [ḩicru’l-mer΄et] Er ve ʹavretin nâ-mahrem yerlerine ıtlâk olunur. Ve

حِجْرٌ [Ḩicr] Benû Suleym diyârında bir karye adıdır. Bu iki mâddede fethle de câ΄izdir ve hıfz ve kenf ve himâyet maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: نَشَأَ فُلاَنٌ فِي حِجْرِ فُلاَنٍ وَفِي حَجْرِهِ بِالْفَتْحِ أَيْ فِي حِفْظِهِ وَسَتْرِهِ Ve Vehb b. Râşid el-Ḩicrî ʹulemâ-i Mıṡr’dandır.

Vankulu Lugatı - الحجر maddesi

اَلْحَجَرُ [el-ḩacer] (fethateynle) Taş.

اَلْحُجَرُ [el-ḩucer] (ḩâ’nın zammı ve cîm’in fethiyle) حُجْرَةٌ [ḩucret]in cemʹi, غُرْفَةٌ [ġurfet] ile غُرَفٌ [ġuref] gibi.

اَلْحُجْرُ [el-ḩucr] (ḩâ’nın zammı ve cîm’in sükûnuyla) Defʹ maʹnâsına. Tâ΄ife-i ʹArab bir nesneyi kerîh görseler, حُجْرًا لَهُ derler; ey: دَفْعًا ki o kerîh gördükleri emrden istiʹâze olur. Ve

حُجْرٌ [Ḩucr] Kezâlik ricâlden bir kimsenin adıdır ki o Ḩucr el-Kindî’dir ki Âkilu’l-Murâr’la mülakkabdır. Ve Ḩucr b. ʹÎsâ’nın dahi adıdır ki o el-Edîr demekle mülakkabdır. Ve bunda zamm-ı ʹayn dahi câ΄izdir: عُسْرٌ [ʹusr]le عُسُرٌ [ʹusur] gibi. Ve

حُجْرٌ [ḩucr] Harâma dahi ıtlâk olunur.

اَلْحَجْرُ [el-ḩacr] (ḩâ’nın fethi ve cîm’in sükûnuyla) Tasarruftan menʹ etmek; ve minhu kavluke: حَجَرَ عَلَيْهِ الْقَاضِي يَحْجُرُ حَجْرًا مِنَ الْبَابِ الْأَوَّلِ Ve Muḣtâr-ı Ṡiḩâḩ’ta وَبَابُهُ قَطَعَ dediği sahîh değildir. Ve

حَجْرٌ [Ḩacr] Yemâme kasabasının adıdır; müzekker ve mü΄ennes istiʹmâl olunur. Ve

حَجْرٌ [ḩacr] İnsânın kucağı, kenâr-ı merdüm maʹnâsına; kesriyle dahi lügattır. Ve

حَجْرٌ [ḩacr] Harâm maʹnâsına da gelir ve lâkin kesr efsahtır. Ve Bârî taʹâlânın ﴿وَحَرْثٌ حِجْرٌ﴾ (الأنعام 138) dediği kavl-i şerîfi ve وَيَقُولُ الْمُشْرِكُونَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِذَا رَأَوْا مَلٰئِكَةَ الْعَذَابِ﴿حِجْرًا مَحْجُورًا﴾ (الفرقان 22) buyurduğu kavl-i şerîfi ki “حَرَامًا مُحَرَّمًا” maʹnâsınadır, fethle ve kesrle kırâ΄at olunmuştur. Ve “حِجْرًا مَحْجُورًا” dediklerinin aslı budur ki onlar dünyâda havf ettikleri kimseye “فِي الشَّهْرِ الْحَرَامِ” derlerdi eşhür-i hürümde mukâtele olmadığına binâ΄en, âhirinde dahi böyle demekle nefʹi olur sanırlardı.

اَلْحِجْرُ [el-ḩicr] (ḩâ’nın kesriyle ve cîm’in sükûnuyla) İnsânın kucağı, kenâr-ı merdüm maʹnâsına, nitekim mürûr etti. Ve

حِجْرٌ [Ḩicr] Kaʹbe, verâ-i Ḩaṯîm’in müştemil olduğu yere dahi derler ki beyt-i şerîftendir, şimâli cânibindedir. Ve her nesne ki duvar kılına ona حِجْرٌ [ḩicr] derler. Ve

حِجْرٌ [Ḩicr] Nâhiye-i Şâm’da Vâdi’l-Ḵurâ kurbünde menâzil-i Šemûd’a dahi derler. Kâlallâhu tebâreke ve taʹâlâ: ﴿كَذَّبَ أَصْحَابُ الْحِجْرِ الْمُرْسَلِينَ﴾ (الحجر 80) Ve

حِجْرٌ [ḩicr] Mü΄ennes olan ata dahi ıtlâk olunur.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı