el-ḩulḵ ~ اَلْحُلْقُ

Kamus-ı Muhit - الحلق maddesi

اَلْحُلْقُ [el-ḩulḵ] (ḩâ’nın zammıyla) Ana veledini yavı kılmaya denir, zîrâ o hengâmda anası mâtemle saçını tırâş eder; yukâlu: لِأُمِّهِ الْحُلْقُ أَيِ الثُّكْلُ

اَلْحَلَقُ [el-ḩalaḵ] (fethateynle) حَلْقَةٌ [ḩalḵat] dedikleri damga-yı mezkûr basılmış develere denir; müfredi حَلَقَةٌ [ḩaleḵat]tır. Ve

حَلَقٌ [ḩalḵ] Masdar olur, atın yâhûd eşeğin zekeri dişiye çok aşmak sebebiyle kızarıp ve kavlayıp tebâh olmak maʹnâsınadır; yukâlu: حَلِقَ الْفَرَسُ وَالْحِمَارُ حَلَقًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا سَفَدَ فَأَصَابَهُ فَسَادٌ فِي قَضِيبِهِ مِنْ تَقْشِيرٍ وَاحْمِرَارٍ

اَلْحَلْقُ [el-ḩalḵ] (خَلْقٌ [ḣalḵ] vezninde) ve

اَلتَّحْلاَقُ [et-taḩlâḵ] (تَذْكَارٌ [težkâr] vezninde) Tırâş eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: حَلَقَ رَأْسَهُ حَلْقًا وَتَحْلاَقًا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي إِذَا أَزَالَ شَعْرَهُ

اَلْحِلْقُ [el-ḩilḵ] (ḩâ’nın kesriyle) Mülk ve imâret hâtemine denir ki selefte pâdişâh ve emîr olanlar mahsûs mühr ittihâz edip ve nâs bir kimseyi kendilere şâh ve emîr ittihâz eyledikte şâhlığını nâtık mühr kazdırıp baʹde’l-beyʹat pâdişâh ve emîre iʹtâ ederler idi. Ve hâlen selâtîn-i ʹizâm hazerâtına mahsûs tuğralı mühr o kâʹide üzeredir ve vezîr-i aʹzamlara iʹtâ eyledikleri mühr-i sadâret dahi o kabîldendir. Baʹzılar dedi ki hâtem-i mezbûrun kaşı olmayıp sâde gümüşten olur idi ki ism ve resmi ona mahkûk olur idi; yukâlu: فُلاَنٌ أُعْطِي الْحِلْقَ أَيْ خَاتَمَ الْمُلْكِ يَعْنِي أُمِّرَ Ve

حِلْقٌ [ḩilḵ] Mâl-ı kesîre yaʹnî mevâşî-i kesîreye ıtlâk olunur; حَلاَّقٌ [ḩallâḵ]ın kılları tırâş eylediği gibi nebâtâtı tırâş eder oldukları bâʹis-i tesmiyedir.

Vankulu Lugatı - الحلق maddesi

اَلْحَلَقُ [el-ḩalaḵ] (fethateynle) Cemʹi, ʹalâ-gayri’l-kıyâs. Ve

حَلَقٌ [ḩalaḵ] Atın veyâhûd hımârın zekeri dişisine aşmakla kızarıp kavlayıp harâb olmaktır ki ona atı enemekle ʹilâc ederler; yukâlu: حَلِقَ الْفَرَسُ يَحْلَقُ مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا سَفِدَ فَأَصَابَهُ فَسَادٌ فِي قَضِيبِهِ مِنْ تَقَشُّرٍ وَاحْمِرَارٍ فَيُدَاوَى بِالْخِصَاءِ

اَلْحَلْقُ [el-ḩalḵ] (hâ’nın fethi ve lâm’ın sükûnuyla) Boğaz, حُلْقُومٌ [ḩulḵûm] maʹnâsına.

اَلْحِلَقُ [el-ḩilaḵ] (ḩâ’nın kesri ve lâm’ın fethiyle) Kezâlik cemʹi. Aṡmaʹî rivâyeti üzere, بَدْرَةٌ [bedret] ile بِدَرٌ [bider] gibi ve قَصْعَةٌ [ḵaṡʹat] ile قِصَعٌ [ḵiṡaʹ] gibi. Ve Yûnus, Ebû ʹAmr b. el-ʹAlâ’dan rivâyet kılıp eyitti: حَلَقَةٌ [ḩaleḵat] vâhidde fethateynledir ve cemʹi حَلَقٌ [ḩalaḵ]tır ve حَلَقَاتٌ [ḩaleḵât]tır kezâlik fethateynle. Ve Šaʹleb eyitti: bunların cemîʹi katında elifle tâ’yla cemʹ olunması zaʹf üzeredir. Ve Ebû Yûsuf eyitti: Ebâ ʹAmr eş-Şeybânî’yi işittim ki kelâm-ı ʹArabda حَلَقَةٌ [ḩaleḵat] yoktur derler idi fethateynle, illâ هَؤُلَاءِ قَوْمٌ حَلَقَةٌ dedikleri kavllerinde حَالِقٌ [ḩâliḵ]in cemʹi olmak üzere, kıl tırâş edici maʹnâsına.

اَلْحِلْقُ [el-ḩilḵ] (ḩâ’nın kesri ve lâm’ın sükûnuyla) Hâtem-i melik yaʹnî şol mühr ki melik hâlet-i hükûmetinde onu istiʹmâl eder. Ve

حِلْقٌ [ḩilḵ] Mâl-ı kesîre dahi derler; yukâlu: جَاءَ فُلَانٌ بِالْحِلْقِ وَالْإِحْرَافِ [Ve] إِحْرَافٌ [iḩrâf] dahi hemzenin kesriyle ve ḩâ-i mühmele ve fâ ile mâl-ı kesîre derler.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı