el-ḩilv ~ اَلْحِلْوُ

Kamus-ı Muhit - الحلو maddesi

اَلْحِلْوُ [el-ḩilv] (ḩâ’nın kesriyle) Cullâhların küçük tarağına denir ki murâd tefe olacaktır.

اَلْحَلُوُّ [el-ḩaluvv] (عَدُوٌّ [ʹaduvv] vezninde) Bu dahi hoş-tabʹ ve hulvu’l-ülfet adama denir; yukâlu: رَجُلٌ حَلُوٌّ أَيْ حُلْوٌ

اَلْحُلْوُ [el-ḩulv] (ḩâ’nın zammı ve lâm’ın sükûnuyla) Tatlı nesneye denir ki acı mukâbilidir, Fârisîde şîrîn denir; yukâlu: هُوَ حُلْوٌ أَيْ لَيْسَ بِمُرٍّ Ve حُلْوُ الرِّجَالِ [ḩulvu’r-ricâl] hoş-tabʹ ve şîrîn-sühan ve hafîfü’r-rûh olmakla herkesin ʹindinde muʹteber ve mahbûb olup ülfetinden fâkihe gibi istilzâz olunur ola; cemʹi حُلْوُونَ [ḩulvûn] gelir, mü΄ennesi حُلْوَةٌ [ḩulvet]tir, cemʹi حُلْوَاتٌ [ḩulvât] gelir; yukâlu: رَجُلٌ حُلْوٌ وَامْرَأَةٌ حُلْوَةٌ أَيْ يُسْتَخَفُّ وَيُسْتَحْلَى

اَلْحَلَاوَةُ [el-ḩalâvet] (عَدَاوَةٌ [ʹadâvet] vezninde) ve

اَلْحَلْوُ [el-ḩalv] (ḩâ’nın fethiyle) ve

اَلْحُلْوَانُ [el-ḩulvân] (ḩâ’nın zammıyla) Tatlı ve şîrîn olmak maʹnâsınadır; yukâlu: حَلِيَ الشَّيْءُ وَحَلَا وَحَلُوَ حَلَاوَةً وَحَلْوًا وَحُلْوَانًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ وَالْأَوَّلِ وَالْخَامِسِ إِذَا كَانَ حُلْوًا Ve bir nesneyi tatlı ʹadd eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: حَلِيَ الشَّيْءَ حَلَاوَةً مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا عَدَّهُ حُلْوًا Ve bir nesne göze ve gönle hoş gelmek maʹnâsınadır; tekûlu: حَلِيَ الشَّيْءُ بِعَيْنِي وَقَلْبِي وَحَلاَ حَلَاوَةً وَحُلْوَانًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ وَالْأَوَّلِ إِذَا أَعْجَبَكَ Baʹzılar dedi ki bâb-ı evvelden femde yaʹnî bir nesne ağızda tatlı gelmekte ve bâb-ı râbiʹden ʹaynda göze tatlı ve hoş görünmekte müstaʹmeldir; fe-yukâlu: حَلَا فِي الْفَمِ وَحَلِيَ فِي الْعَيْنِ Ve bir kimseden hayr ve menfaʹate nâ΄il olmak maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: حَلِيَ مِنْهُ بِخَيْرٍ وَحَلَا مِنْهُ مِنَ الْبَابَيْنِ الْمَزْبُورَيْنِ إِذَا أَصَابَ مِنْهُ خَيْرًا Ve

حَلْوٌ [ḩalv] (ḩâ’nın fethiyle) Bir nesneyi tatlı ve şîrîn eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: حَلَا الشَّيْءَ يَحْلُوهُ حَلْوًا إِذَا جَعَلَهُ حُلْوًا Ve bir adama bir nesne vermek maʹnâsınadır; yukâlu: حَلَاهُ الشَّيْءَ إِذَا أَعْطَاهُ إِيَّاهُ Ve

حَلْوٌ [ḩalv] ve

حُلْوَانٌ [ḩulvân] (ḩâ’nın zammıyla) Bir kimse kızını yâ kız kardeşini mehr-i müsemmâ ile hîn-i tezvîcinde mehr-i mezbûrdan bir mikdâr nesne kendisine ʹâ΄id olmak üzere tezvîc eylemek maʹnâsınadır ki bu vazʹ ve mehri kendisi ahz eylemek beyne’l-ʹArab zemîmedir; yukâlu: حَلَا فُلَانٌ فُلَانًا حَلْوًا وَحُلْوَانًا إِذَا زَوَّجَهُ ابْنَتَهُ أَوْ أُخْتَهُ بِمَهْرٍ مُسَمًّى عَلَى أَيْ يَجْعَلَ لَهُ مِنَ الْمَهْرِ شَيْئًا مُسَمًّى Şârih der ki tamâm-ı mehri kendi almakta dahi müstaʹmeldir. Ve

حُلْوَانٌ [ḩulvân] İsm olur, dellâl ücretine ve fâlcı ve kâhin ücretine denir. Ve hatunun mehrine yâhûd şîrînlik ve yedilik taʹbîr olunan ʹatiyyeye denir ki dâmâd tarafından verilip ve rüşvet-gûne verilen nesneye denir. Ve ʹivaz ve cezâ΄ maʹnâsınadır; ve minhu tekûlu: لَأَحْلُوَنَّكَ حُلْوَانَكَ أَيْ لَأَجْزِيَنَّكَ جَزَاكَ

Vankulu Lugatı - الحلو maddesi

اَلْحُلْوُ [el-ḩulv] (ḩâ’nın zammı ve lâm’ın sükûnuyla) Tatlı ki acının mukâbilidir. Ve gâh olur fâ΄ide maʹnâsına da gelir; minhu kavluhum: لَمْ يَحْلَ مِنْهَا بِطَائِلٍ أَيْ لَمْ يَسْتَفِدْ مِنْهَا كَثِيرَ فَائِدَةٍ Ve bu nefyden gayrı yerde istiʹmâl olunmaz.

اَلْحَلْوُ [el-ḩalv] (ḩâ’nın fethi ve lâm’ın sükûnuyla) Ecîre ücretinde fazla nesne vermek.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı