es-sedm ~ اَلسَّدْمُ

Kamus-ı Muhit - السدم maddesi

اَلسَّدْمُ [es-sedm] (رَدْمٌ [redm] vezninde) Kapıyı sedd eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: سَدَمَ الْبَابَ سَدْمًا مِنَ الْبَابِ الْأَوَّلِ إِذَا رَدَمَهُ

اَلسُّدْمُ [es-sudm] (sîn’in zammıyla) ve

اَلسُّدُمُ [es-sudum] (zammeteynle) Dolmuş yâhûd üzeri toprakla örtülüp belirsiz olmuş kuyuya denir; yukâlu: رَكِيَّةٌ سُدْمٌ وَسُدُمٌ أَيْ مُنْدَفِنَةٌ

اَلسَّدَمُ [es-sedem] (fethateynle) Gamgîn olmak, ʹalâ-kavlin nedâmetle gamgîn olmak yâhûd hüzn ve endûha mukârin gayz ve gazab peydâ eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: سَدِمَ الرَّجُلُ سَدَمًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ وَهُوَ الْهَمُّ أَوْ مَعَ نَدَمٍ أَوْ غَيْظٌ مَعَ حُزْنٍ Ve bir nesneye pek düşkün harîs olmak maʹnâsınadır; yukâlu: سَدِمَ بِالشَّيْءِ إِذَا لَهَجَ بِهِ وَحَرَصَ Ve

سَدَمٌ [sedem] فَحْلٌ مَسْدُومٌ [faḩlun mesdûm] maʹnâsınadır, ke-mâ se-yuzkeru.

اَلسَّدُمُ [es-sedum] (نَدُسٌ [nedus] vezninde) ve

اَلسَّدَمُ [es-sedem] (جَبَلٌ [cebel] vezninde) ve

اَلسُّدُمُ [es-sudum] (عُنُقٌ [ʹunuḵ] vezninde) Bunlar da dik dik fışkırıp atılır olan suya denir; cemʹleri أَسْدَامٌ [esdâm] ve سِدَامٌ [sidâm] gelir, جِبَالٌ [cibâl] vezninde; ʹalâ-kavlin müfredi ve cemʹleri berâberdir; yukâlu: مَاءٌ مُسَدَّمٌ وَسَدِمٌ وَسَدُمٌ وَسَدَمٌ وَسُدُمٌ أَيْ مُنْدَفِقٌ

اَلسَّدِمُ [es-sedim] (كَتِفٌ [ketif] vezninde) ve

اَلْمُسَدَّمُ [el-museddem] (مُعَظَّمٌ [muʹażżam] vezninde) مَسْدُودٌ [mesdûd] ve سَدَمٌ [sedem] gibi esrimiş deveye denir, ʹalâ-kavlin dişi deve sürüsüne salıverilip beynlerinde esriyip gezmekle nâkalar kösnüdükte soy olmamakla dişilere aşmasın diye içlerinden ihrâc olunan erkek deveye denir yâhûd dişiye aşmaktan memnûʹ olan deveye denir ne gûne memnûʹ olursa olsun; yukâlu: فَحْلٌ مَسْدُومٌ وَسَدِمٌ وَسَدَمٌ وَمُسَدَّمٌ أَيْ هَائِجٌ أَوِ الَّذِي يُرْسَلُ فِي الْإِبِلِ فَيَهْدِرُ بَيْنَهَا فَإِذَا ضَبِعَتْ أُخْرِجَ عَنْهَا اسْتِهْجَانًا لِنَسْلِهِ أَوِ الْمَمْنُوعُ مِنَ الضِّرَابِ بِأَيِّ وَجْهٍ كَانَ Ve

سَدِمٌ [sedim] ve

مُسَدَّمٌ [museddem] Fışkırıp atılır olan suya denir.

Vankulu Lugatı - السدم maddesi

اَلسَّدَمُ [es-sedem] (fethateynle) Nedâmete ve hüzne derler; yukâlu: سَدِمَ الرَّجُلُ مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا نَدِمَ وَيُقَالُ مَا لَهُ هَمٌّ وَلَا سَدَمٌ إِلَّا ذَاكَ أَيْ لَيْسَ لَهُ وَهْمٌ وَلَا نَدَمٌ غَيْرَ ذَلِكَ الْأَمْرِ

اَلسُّدُمُ [es-sudum] (zammeteynle ve sîn’in zammı ve dâl’ın sükûnuyla) عُسُرٌ [ʹusur] ile عُسْرٌ [ʹusr] gibi, dolmuş kuyu, câh-ı enbâşte maʹnâsına.

اَلسَّدِمُ [es-sedim] (sîn’in fethi ve dâl’ın kesriyle) Şol erkektir ki dişi ile cemʹ olmağa harîs ola. Ve gazaba gelmiş kimse maʹnâsına da gelir; yukâlu: رَجُلٌ سَدِمٌ أَيْ مُغْتَاظٌ

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı