el-ʹaḵbet ~ اَلْعَقْبَةُ

Kamus-ı Muhit - العقبة maddesi

اَلْعَقْبَةُ [el-ʹaḵbet] (تَمْرَةٌ [temret] vezninde ve ʹayn’ın kesriyle câ΄izdir) Hatunların hevdec ve mihaffe örtülerinden bir nevʹ alaca ve münakkaş örtü ismidir.

اَلْعَقَبَةُ [el-ʹaḵabet] (fetehâtla) Dağda ve bayırda olan sarp yokuşa denir; عُقُوبَةٌ [ʹuḵûbet]ten me΄hûzdur. Cemʹi عِقَابٌ [ʹiḵâb] gelir ʹayn’ın kesriyle; yukâlu: صَعِدْنَا عُقْبَةً أَيْ مَرْقًى صَعْبًا مِنَ الْجِبَالِ

اَلْعُقْبَةُ [el-ʹuḵbet] (جُرْعَةٌ [curʹat] vezninde) Nöbet maʹnâsınadır; tekûlu: تَمَّتْ عُقْبَتُكَ أَيْ نَوْبَتُكَ Ve bedel maʹnâsınadır; tekûlu: أَخَذْتُ مِنْ أَسِيرِي عُقْبَةً أَيْ بَدَلاً Ve gece ile gündüzün her birine ıtlâk olunur, yekdîgeri müteʹâkib olduğu için. Ve

عُقْبَةُ الطَّائِرِ [ʹuḵbetu’ṯ-ṯâ΄ir] Pervâz eden kuşun havâya irtifâʹıyla inhitâtı beyninde olan mesâfeye ıtlâk olunur, lâkin Râġıb عُقْبَةُ الطَّائِرِ صُعُودُهُ وَانْحِدَارُهُ ʹibâretiyle sebt eylemekle ber-muktezâ-yı mâdde suʹûduna muʹâkib olan inhidârından ʹibâret olur. Ve

عُقْبَةٌ [ʹuḵbet] Şol çorba makûlesi taʹâm bakiyyesine denir ki ʹâriyet çömlek alan kimse sâhibine onu çömlek içre berâberce red ve teslîm eder. Ve

عُقْبَةُ الْجَمَالِ [ʹuḵbetu’l-cemâl] Hüsn ü cemâlin eser ve hey΄etinden ʹibârettir. Bu maʹnâda ʹayn’ın kesriyle de câ΄izdir; yukâlu: مَا أَحْسَنَ عُقْبَةَ جَمَالِهِ أَيْ أَثَرَهُ وَهَيْئَتَهُ

Vankulu Lugatı - العقبة maddesi

اَلْعَقَبَةُ [el-ʹaḵabet] (fethateynle) Dağda olan yokuşlu ve inişli sarp yol.

اَلْعِقْبَةُ [el-ʹiḵbet] (ʹayn’ın kesri ve ḵâf’ın sükûnuyla) Eser ve hey΄et maʹnâsına, yukâlu: عَلَيْهِ عِقْبَةُ السَّرْوِ وَالْجَمَالِ أَيْ أَثَرُ ذَلِكَ وَهَيْئَتُهُ Yaʹnî “Onda mürüvvet ve cemâl eseri vardır” ki سَرْوٌ [serv] feth-i sîn-i mühmele ile ve sürûn-ı râ-i mühmele ile mürüvvet maʹnâsınadır. Ve عِقْبَةُ الْقَمَرِ [ʹiḵbetu’l-ḵamer] derler ayda bir kerre demek mahallinde; yukâlu: مَا يَفْعَلُ ذَلِكَ إِلَّا عِقْبَةَ الْقَمَرِ إِذَا كَانَ يَفْعَلُهُ فِي كُلِّ شَهْرٍ مَرَّةً

اَلْعُقْبَةُ [el-ʹuḵbet] (ʹayn’ın zammıyla ve ḵâf’ın sükûnuyla) Âhır karâr olunacak yer, nitekim çakmak taşları devekuşunun âhir merʹası olduğu için “حِجَارَةُ الْمَرْوِ عُقْبَةُ النَّعَامَةِ” derler. Ve مَرْوٌ [merv] çakmak taşına derler, mîm’in fethi ve râ’nın sükûnuyla. Ve

عُقْبَةٌ [ʹuḵbet] Nevbete dahi derler; yukâlu: تَمَّتْ عُقْبَتُكَ أَيْ نَوْبَتُكَ Ve bedel maʹnâsına da gelir; yukâlu: أَخَذْتُ مِنْ أَسِيرِي عُقْبَةً أَيْ بَدَلًا Ve

عُقْبَةُ الطَّائِرِ [ʹuḵbetu’ṯ-ṯâ΄ir] Kuşun uçarken inip çıktığının beyninde olan mesâfeye derler. Ve

عُقْبَةٌ [ʹuḵbet] Şol çömlek dibinde bâkî kalan taʹâma derler ki ʹâriyyetî alınan çömlek sâhibine çömleğiyle bile verilir.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı