el-ʹaḵadet ~ اَلْعَقَدَةُ

Kamus-ı Muhit - العقدة maddesi

اَلْعَقَدَةُ [el-ʹaḵadet] (fetehâtla) Ağızda dilin köküne ıtlâk olunur, أَصْلُ اللِّسَانِ [aṡlu’l-lisân] maʹnâsına.

اَلْعُقْدَةُ [el-ʹuḵdet] (عُمْدَةٌ [ʹumdet] vezninde) İsmdir, düğüme denir ki Fârisîde girih derler. Ve

عُقْدَةٌ [ʹuḵdet] Vilâyet maʹnâsına müstaʹmeldir ki bir beldeye vâlî olmaktan ʹibârettir, ʹakd-i livâ΄ yâhûd beyʹat-ı maʹkûde mülâhazasıyladır. Cemʹi عُقَدٌ [ʹuḵad] gelir, صُرَدٌ [ṡurad] vezninde. Kâle fi’n-Nihâye ve fî hadîsi ʹÖmer radıyallâhu ʹanhu: “قَالَ هَلَكَ أَهْلُ الْعُقَدِ وَرَبِّ الْكَعْبَةِ” يَعْنِي أَصْحَابُ الْوِلاَيَاتِ عَلَى الْأَمْصَارِ مِنْ عَقْدِ الْأَلْوِيَةِ لِلْأُمَرَاءِ Ve fî hadîsi Ubeyy: “هَلَكَ أَهْلُ الْعُقْدَةِ وَرَبِّ الْكَعْبِةِ” يُرِيدُ الْبَيْعَةَ الْمَعْقُودَةَ لِلْوُلاَةِ Ve

عُقْدَةٌ [ʹuḵdet] Şol akâr ve ضَيْعَةٌ [ḋayʹat] makûlesine ıtlâk olunur ki sâhibi onu kendi mülkü olmak üzere iʹtikâd eylemiş ola. Ve düğüm yerine denir ki onun üzerine düğülür. Ve vilâyet ve saltanat ve hilâfet makûlesi hâlât için ʹakd olunan beyʹate ıtlâk olunur, niteki zikr olundu. Ve çok ve sık ağaçlık yere, kezâlik çatılkı hurmâlığa ıtlâk olunur ve minhu’l-meselu: “هُوَ آلَفُ مِنْ غُرَابِ عُقْدَةٍ” Yaʹnî “Eşcârı kesîr ve firâvân olan yerin kargasından ziyâde ülfetli ve mûnistir.” Zîrâ o yerin kargası kesret-i eşcârdan gayrı yere nakl ve îvâ eylemez. Ve

عُقْدَةٌ [ʹuḵdet] Develere otluğu kâfî otlağa ıtlâk olunur ki orada bağlanıp sâ΄ir mahalle gitmezler. Ve عُقْدَةٌ [ʹuḵdet] kelimesi her arz-ı muhsibeye ism olmakla munsarıf olur ism-i cins olduğu için ve bi-ʹaynihâ bir arzın ʹalemi olmakla gayr-i munsarıf olur. Ve

عُقْدَةٌ [ʹuḵdet] Medâr-ı maʹâş yaʹnî bir adamın vech-i maʹâşı ona menût ve maʹkûd olan şey΄e ıtlâk olunur, ʹulemânın arpalıkları gibi; yukâlu: هُوَ عُقْدَةُ مَعَاشِهِ وَهِيَ مَا فِيهِ بَلاَغُ الرَّجُلِ وَكِفَايَتُهُ Ve köpeğin zekerine ıtlâk olunur. Ve arz-ı muhsibeye denir ki zikr olundu. Ve

عُقْدَةٌ [ʹuḵdet] Vücûb ve lüzûm maʹnâsına müstaʹmeldir ve minhu: عُقْدَةُ النِّكَاحِ وَالْبَيْعِ وَغَيْرِهِ أَيْ وُجُوبِهِ Ve otlakta şol çayıra ıtlâk olunur ki sene-i mâziyeden kalıp bahâr mevsiminde tâzelene, جَنْبَةُ الْمَرْعَى [cenbetu’l-merʹâ] maʹnâsına. Ve şol devâbb ve mevâşîye denir ki otluk makûlesi ʹalefleri kalmamakla ağaç otlamağa muztarr olalar. Ve elde olan sınık yere ıtlâk olunur ki bir ʹârıza ile şikeste ola. Ve

عُقْدَةُ [ʹUḵdet] Yezd kurbünde bir belde adıdır. Ve ʹUḵde bint Muʹterr b. Bûlân, Ṯayyi΄ neslindendir, ʹArabdan ʹUḵdiyyûn dedikleri cemâʹat ona mensûblardır ve Ṯirimmâḩ nâm şâʹir onlardandır. Ve

عُقْدَةُ [ʹUḵdet] Bir recül adıdır. Ve

عُقْدَةُالْجَوْفِ [ʹUḵdetu’l-Cevf] ve

عُقْدَةُالْأَنْصَابِ [ʹUḵdetu’l-Enṡâb] İki mevziʹdir.

Vankulu Lugatı - العقدة maddesi

اَلْعِقْدَةُ [el-ʹiḵdet] (ʹayn’ın kesriyle) Kılâde ki boyun bağına derler.

اَلْعُقْدَةُ [el-ʹuḵdet] (ʹayn’ın zammı ve ḵâf’ın sükûnuyla) Düğüm yeri yaʹnî şol yer ki ʹakd onun üzerine olur; yukâlu: جُبِرَتْ يَدُهُ عَلَى عُقْدَةٍ أَيْ عَلَى عَثْمٍ Yaʹnî “Elde olan sınık üzerine sargı sarıldı.” Ve عَثْمٌ [ʹašamp;m] sınık yere derler. Ve

عُقْدَةٌ [ʹuḵdet] Şol yere derler ki ağacı çok ola yâhûd hurmâlık olup hurmâ ağaçları çok ola. Ve fi’l-meseli: “آلَفُ مِنْ غُرَابِ عُقْدَةٍ” Yaʹnî “Kesîrü’l-eşcâr olan yerin gurâbından ülfeti ziyâdedir.” Ve آلَفُ [âlef] elifin meddiyle me΄lûfrek maʹnâsına, zîrâ eşcârı çok olan yerin gurâbı uçmaz.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı