el-ḵariʹ ~ اَلْقَرِعُ

Kamus-ı Muhit - القرع maddesi

اَلْقَرِعُ [el-ḵariʹ] (كَتِفٌ [ketif] vezninde) Pend ve meşveret kabûl eden adama denir; yukâlu: فُلاَنٌ قَرِعٌ أَيْ يَقْبَلُ الْمَشُورَةَ Ve aslâ uyumaz olan adama denir. Ve fâsid olmuş tırnağa denir.

اَلْقُرْعُ [el-Ḵurʹ] (ḵâf’ın zammıyla) Şâm diyârında niçe vâdî ismidir. Ve أَقْرَعُ [aḵraʹ] lafzından cemʹ olur, ke-mâ se-yuzkeru. Ve

قُرْعٌ [ḵurʹ] Otsuz dazlak yerlere ıtlâk olunur ki yine أَقْرَعُ [aḵraʹ] lafzının cemʹidir; yukâlu: رِيَاضٌ قُرْعٌ أَيْ بِلاَ كَلَإٍ

اَلْقَرَعُ [el-ḵaraʹ] (fethateynle) Koşu ve yarış husûsunda miyâdene ʹakd olunan ödüle denir; yukâlu: أَصَابَ فُلاَنٌ الْقَرَعَ أَيِ الْخَطَرَ الَّذِي يُسْتَبَقُ عَلَيْهِ Ve bir gûne akça akça sivilce tarzında kabarcıklara denir ki deve köşeklerinde zuhûr eder ve tuz ile ve deve sütünün üzerine gelen yüz ile ʹilâc olunur. Ve deriden olan ʹArab kalkanına denir, حَجَفَةٌ [ḩacefet] maʹnâsına; müfredi قَرَعَةٌ [ḵaraʹat]tır. Ve küçük dağarcığa denir, ʹalâ-kavlin dibi vâsiʹ dağarcığa denir ki içine zâd ve taʹâm vazʹ ederler. Ve deve kısmından hâlî olan deve yatağına denir. Ve

قَرَعٌ [ḵaraʹ] Masdar olur, ok yarışında gâlib olmak maʹnâsına; yukâlu: قَرِعَ فُلاَنٌ عَلَيْهِ قَرَعًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا قُمِرَ فِي النِّضَالِ Ve başın bir ʹârıza sebebiyle kılları gidip kel olmak maʹnâsınadır; yukâlu: قَرِعَ الرَّجُلُ إِذَا ذَهَبَ شَعْرُ رَأْسِهِ Ve irşâd ve meşvereti kabûl eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: قَرِعَ فُلاَنٌ إِذَا قَبِلَ الْمَشُورَةَ Ve hânümân devâbb ve mevâşîden hâlî kalmak maʹnâsınadır ki idbârdan kinâyedir; yukâlu: قَرِعَ الْفِنَاءُ إِذَا خَلاَ مِنَ الْغَاشِيَةِ وَكَذَا الْحَجُّ إِذَا خَلَتْ أَيَّامُهُ مِنَ النَّاسِ Ke-mâ zukire. Ve

قَرَعٌ [ḵaraʹ] Başta bir âfet sebebiyle kıllar gidip daz kalan yere denir, müfredi قَرَعَةٌ [ḵaraʹat]tır.

اَلْقَرْعُ [el-ḵarʹ] (فَرْعٌ [ferʹ] vezninde) Kapı çalmak maʹnâsınadır; yukâlu: قَرَعَ الْبَابَ قَرْعًا مِنَ الْبَابِ الثَّالِثِ إِذَا دَقَّهُ ve minhu’l-meselu: “مَنْ قَرَعَ بَابًا وَلَجَّ وَلَجَ” Yaʹnî “Bir kapıyı ilhâh ve ikdâmla çalan adam elbette açtırıp içerisine duhûl eder.” Ve

قَرْعٌ [ḵarʹ] Değnekle vurmak maʹnâsınadır; yukâlu: قَرَعَ رَأْسَهُ بِالْعَصَا إِذَا ضَرَبَهُ بِهَا ve minhu’l-meselu: “إِنَّ الْعَصَا قُرِعَتْ لِذِي الْحُلْمِ” En evvel قَرْعٌ [ḵarʹ]-ı ʹasâ olunan kimsede yaʹnî mesel-i mezbûrun menşe΄inde ihtilâf olunmuştur. Baʹzılar ʹÂmir b. eż-Żarib ve baʹzılar Ḵays b. Ḣâlid ve baʹzılar ʹAmr b. Cumuʹa ve baʹzılar ʹAmr b. Mâlik dediler. ʹİnde’l-mü΄ellif ʹÂmir müraccahtır, merkûm be-gâyet pîr yâhûd muʹammerînden olmakla üç yüz yaşına vardıkta kendi re΄yine iʹtinâ ve iʹtimâdı olmamakla oğullarına tenbîh eyledi ki “Mesâlih-i nâsı temşît vaktinde eğer kelâmım üslûb-ı nizâmdan çıkıp beyhûde ve hilâf semtine munsarıf olursa, ʹasâ ile işbu duvarda yâhûd yerde olan kalkanı قَرْعٌ [ḵarʹ] edip beni âgâh edesiz.” Mesel-i mezbûr ehl-i ʹakl u rüşd olan adam ednâ tenbîh ile mütenebbih olur diyecek yerde darb olunur. Burada حُلْمٌ [ḩulm] ḩâ’nın zammıyla ʹakl ve rüşd maʹnâsınadır. Ve

قَرْعُ جَبْهَةٍ [ḵarʹu cebhet] Dolu kabın içinde olanını bi’l-cümle süpürüp içmek maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: قَرَعَ الشَّارِبُ جَبْهَتَهُ بِالْإِنَاءِ إِذَا اشْتَفَّ مَا فِيهِ Ve

قَرْعٌ [ḵarʹ] ve

قَرْعٌ [ḵarʹ] Kabak taʹbîr olunan sebzeye denir, حَمْلُ الْيَقْطِينِ [ḩamlu’l-yaḵṯîn] maʹnâsına; müfredi قَرْعَةٌ [ḵarʹat]tır. Ve

قَرْعٌ [Ḵarʹ] Esâmîdendir: eş-Şâh b. Ḵarʹ, Fuḋayl b. ʹIyâḋ’dan rivâyet-i hadîs eyledi. Ve

قَرْعٌ [ḵarʹ] ve fethateynle

قِرَاعٌ [ḵirâʹ] (كِتَابٌ [kitâb] vezninde) Buğur nâkaya aşmak maʹnâsınadır; sığır cinsinde yalnız قِرَاعٌ [ḵirâʹ] mahsûstur; yukâlu: قَرَعَ الْفَحْلُ النَّاقَةَ قَرْعًا وَقِرَاعًا وَالثَّوْرُ الْبَقَرَةَ قِرَاعًا إِذَا ضَرَبَهَا Ve bir kimse te΄essüf ve nedâmetten nâşî dişlerini birbirine sürüp gıcırdatmak maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: قَرَعَ فُلاَنٌ سِنَّهُ إِذَا حَرَقَهُ نَدَمًا Ve kurʹa atmak bâbında sâ΄irlere gâlib olmak maʹnâsınadır; yukâlu: قَرَعَهُمْ قَرْعًا مِنَ الْبَابِ الْأَوَّلِ إِذَا غَلَبَهُمْ بِالْقُرْعَةِ Ve

Vankulu Lugatı - القرع maddesi

اَلْقُرْعُ [el-ḵurʹ] (ḵâf’ın zammı ve râ’nın sükûnuyla) Kezâlik أَقْرَعُ [aḵraʹ]ın cemʹi.

اَلْقَرَعُ [el-ḵaraʹ] (fethateynle) Bir marazdır ki deve yavrusuna ʹârız olur, ak sivilceler çıkmakla. Ve onun devâsı tuz ile ve deve sütünün جُبَابٌ [cubâb]ıyladır. Ve جُبَابٌ [cubâb] cîm’in zammıyla ve bâ΄eyn-i muvahhadeteynle şol nesnedir ki kaymak misâlinde deve sütünün üzerine gelir. Ve kaçan tuz bulmasalar deve yavrusunun tüyin yolup derisine su saçıp şûr olan yer üzerinde sürerler. Ve minhu’l-meselu: “هُوَ أَحَرُّ مِنَ الْقَرَعِ” Ve gâh olur “هُوَ أَحَرُّ مِنَ الْقَرْعِ” derler ḩâ-i mühmele ile ve قَرْعٌ [ḵarʹ]ın râ’sının sükûnuyla ki bu takdîrce قَرْعُ مِيسَمٍ [ḵarʹu mîsem]i dilediler ki قَرْعُ مِيسَمٍ [ḵarʹu mîsem] dâg vuracak demire derler.

اَلْقَرْعُ [el-ḵarʹ] (ḵâf’ın fethi ve râ’nın sükûnuyla) Kakmak; yukâlu: قَرَعْتُ الْبَابَ أَقْرَعُهُ قَرْعًا مِنَ الْبَابِ الثَّالِثِ Ve ʹArabların “إِنَّ الْعَصَا قُرِعَتْ لِذِي الْحِلْمِ” dedikleri kavllerinden murâd budur ki ʹArab hâkimlerinden biri pîr olup hirâfet mertebesine vardıkta kızına eyitti: Kaçan hükmümde bir muhalif vazʹ edersem bana tenbîh için ʹasâ ile kalkanı dakk eyle tâ ki mütenebbih olup rücûʹ eyleyem dedi. Ve

قَرْعٌ [ḵarʹ] Başa değnek ile vurmağa dahi derler, فَرْعٌ [ferʹ] maʹnâsına fâ ile nitekim mürûr etti; yukâlu: قَرَعْتُ رَأْسَهُ بِالْعَصَا قَرْعًا Ve

قَرْعٌ [ḵarʹ] Kâsede olanı hep içti demek mahallinde dahi istiʹmâl olunur; yukâlu: قَرَعَ الشَّارِبُ بِالْإِنَاءِ جَبْهَتَهُ Yaʹnî kâsenin kenârıyla alnını vurdu içinde olanı cümleten içmekle. Ve

قَرْعٌ [ḵarʹ] Erkek, dişiye varmağa dahi derler; yukâlu: قَرَعَ الْفَحْلُ النَّاقَةَ يَقْرَعُهَا قَرْعًا Ve

قَرْعٌ [ḵarʹ] Kabağa dahi derler حِمْلُ الْيَقْطِينِ maʹnâsına. Ve يَقْطِينٌ [yaḵṯîn] kabak teveğine derler. Ve

قَرْعُ الْمِيسَمِ [ḵarʹu’l-mîsem] Dâg vuracak âlete dahi derler. Ve

قَرْعٌ [ḵarʹ] Ev önü davardan hâlî olmak maʹnâsına da gelir; yukâlu: قَرِعَ الْفِنَاءُ إِذَا خَلَا مِنَ الْغَاشِيَةِ Yaʹnî kaçan finâ-yı dâr غَاشِيَةٌ [ġâşiyet]ten hâlî olsa. Ve غَاشِيَةٌ [ġâşiyet]ten murâd ev önünde yatan davardır; yukâlu: نَعُوذُ بِاللهِ مِنْ قَرْعِ الْفِنَاءِ وَصَفَرِ الْإِنَاءِ Ve صَفَرٌ [ṡafer] dahi hâlî olmak maʹnâsınadır. Ve مُرَاحٌ قَرِعٌ [murâḩ ḵariʹ] dahi derler râ’nın kesriyle, kaçan deve durduğu yer deveden hâlî olsa. Ve Šaʹleb eyitti: نَعُوذُ بِاللهِ مِنْ قَرْعِ الْفِنَاءِ derler râ’nın sükûnuyla, lâkin bu kıyâsa muhâliftir, zîrâ bâb-ı râbiʹ lâzım oldukta masdarı fethateynle gelir, sükûn ile gelmek kıyâsa muhâliftir. Ve fi’l-hadîsi ʹan ʹÖmer radıyallâhu ʹanhu: “قَرِعَ حَجُّكُمْ” أَيْ حَلَّتْ أَيَّامُ الْحَجِّ مِنَ النَّاسِ Ve belâ erişmeğe dahi derler; yukâlu: قَرِعَتْهُمْ قَوَارِعُ الدَّهْرِ إِذَا أَصَابَتْهُمْ

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı