el-ḵaṡir ~ اَلْقَصِرُ

Kamus-ı Muhit - القصر maddesi

اَلْقَصِرُ [el-ḵaṡir] (كَتِفٌ [ketif] vezninde) قَصْرٌ [ḵaṡr]-ı mezkûrdan vasftır, boynuna yübûset ʹârız olan adama ve deveye denir.

اَلْقَصْرُ [el-ḵaṡr] (حَصْرٌ [ḩaṡr] vezninde) ve

اَلْقِصَرُ [el-ḵiṡar] (عِنَبٌ [ʹineb] vezninde) ve

اَلْقَصَارَةُ [el-ḵaṡâret] (خَسَارَةٌ [ḣasâret] vezninde) Bir nesne kısa olmak maʹnâsınadır; yukâlu: قَصُرَ الشَّيْءُ قَصْرًا وَقِصَرًا وَقَصَارَةً مِنَ الْبَابِ الْخَامِسِ ضِدُّ طَالَ Şârih der ki عِنَبٌ [ʹineb] vezninde قِصَرٌ [ḵiṡar] ism dahi olur, kısalık maʹnâsına.

اَلْقِصْرِيُّ [el-ḵiṡriyy] (هِنْدِيٌّ [hindiyy] vezninde) ve

اَلْقَصَرُ [el-ḵaṡar] (fethateynle) ve

اَلْقَصَرَةُ [el-ḵaṡaret] (fetehâtla) ve

اَلْقِصْرَى [el-ḵiṡrâ] (كِسْرَى [kisrâ] vezninde) Bunlar da قُصَارَةٌ [ḵuṡâret] gibi galle kalburlandıktan sonra kalburda kalan dâne bakiyyesine ʹalâ-kavlin dövüldükten sonra sünbülede kalmakla sonradan çıkan dânelere yâhûd üst kabuğuna denir. Ve

قَصَرٌ [ḵaṡar] (fethateynle) Kesildikten sonra yerde kalan ağaç köküne ve bakiyyesine denir. Ve insânın ve devenin boyunlarına denir. Ve

قَصَرٌ [ḵaṡar] Masdar olur, boyna kuruluk ʹârız olmak maʹnâsına ki ʹillettir; yukâlu: قَصِرَ الْبَعِيرُ قَصَرًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا يَبِسَ عُنُقُهُ فَهُوَ قَصِرٌ Ve

قَصَرَةٌ [ḵaṡaret] (fetehâtla) Pârelenmiş demir parçasına denir. Ve tahta ve kereste pâresine denir. Ve kesel ve tüvânâ maʹnâsınadır; yukâlu: مَا هَذِهِ الْقَصَرَةُ أَيِ الْكَسَلُ Ve boyun köküne denir. Cemʹi أَقْصَارٌ [aḵṡâr] gelir.

Vankulu Lugatı - القصر maddesi

اَلْقِصَرُ [el-ḵiṡar] (ḵâf’ın kesri ve ṡâd’ın fethiyle) Kısa olmak; yukâlu: قَصُرَ الشَّيْءُ يَقْصُرُ قِصَرًا مِنَ الْبَابِ الْخَامِسِ فَهُوَ نَقِيضُ طَالَ الْقَاصِرَةَ

اَلْقَصَرُ [el-ḵaṡar] (fethateynle) Cemʹi. Ve bununla kırâ΄at etti İbn ʹAbbâs, Bârî taʹâlânın ﴿إِنَّهَا تَرْمِي بِشَرَرٍ كَالْقَصْرِ﴾ (المرسلات 32) buyurduğu kavl-i şerîfinive bunu قَصَرُ نَخْلٍ [ḵaṡaru naḣl]la tefsîr etti ki hurmâ ağacının dibi demek olur. Ve

قَصَرٌ [ḵaṡar] Bir maraza derler ki boyun dibine ʹârız olur; yukâlu: قَصِرَ الْبَعِيرُ يَقْصَرُ مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ Ve İbnu’s-Sikkît eyitti: قَصَرٌ [ḵaṡar] bir marazdır ki boyuna ʹârız olup onu böğür boyunda olan mafsalları yaʹnî en yerlerin dâglamakla gâh olur ifâkat bulur. Ve bu makûle maraz insâna dahi ʹârız olur; yukâlu: قَصِرَ الرَّجُلُ إِذَا اشْتَكَى ذَلِكَ

اَلْقَصْرُ [el-ḵaṡr] (ḵâf’ın fethiyle ve ṡâd’ın sükûnuyla) Sarây. Ve

قَصْرٌ [ḵaṡr] Gece maʹnâsına da gelir, عَشِيٌّ [ʹaşiyy] gibi; yukâlu: أَتَيْتُهُ قَصْرًا أَيْ عَشِيًّا Ve

قَصْرٌ [ḵaṡr] Gâyet maʹnâsına da gelir; yukâlu: قَصْرُكَ أَنْ تَفْعَلَ كَذَا أَيْ غَايَتُكَ Ve

قَصْرٌ [ḵaṡr] Habs maʹnâsına da gelir; yukâlu: قَصَرْتُ الشَّيْءَ أَقْصُرُهُ قَصْرًا مِنَ الْبَابِ الْأَوَّلِ إِذَا حَبَسْتَهُ Ve

قَصْرٌ [ḵaṡr] Akşamlamak maʹnâsına da gelir; yukâlu: قَصَرْنَا بِمَعْنَى أَمْسَيْنَا Ve bir nesneyi salıvermeğe de derler; yukâlu: قَصَرْتُ السِّتْرَ إِذَا أَرْخَيْتَهُ Ve bir nesnenin bir mikdârın terk etmeğe de derler; yukâlu: قَصَرْتُ مِنَ الصَّلَاةِ أَقْصُرُ قَصْرًا مِنَ الْبَابِ الْأَوَّلِ Ve bir şey΄i bir nesneye mahsûs etmeğe de derler; yukâlu: قَصَرْتُ الشَّيْءَ عَلَى كَذَا إِذَا لَمْ تُجَاوِزْ بِهِ إِلَى غَيْرِهِ ve yukâlu: قَصَرْتُ اللِّقْحَةَ عَلَى فَرَسِي إِذَا جَعَلْتَ دِرَّهَا لَهَا Yaʹnî nâkanın sütin ata mahsûs kılsan. Ve لِقْحَةٌ [liḵḩat] lâm’ın kesri ve ḵâf’ın sükûnuyla sütü sağılan deve. Ve

قَصْرٌ [ḵaṡr] Bezi döğüp ağartmağa dahi derler; tekûlu: قَصَرْتُ الثَّوْبَ أَقْصُرُهُ قَصْرًا مِنَ الْبَابِ الْأَوَّلِ أَيْضًا إِذَا دَقَقْتَهُ

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı