اَلْقَفَعُ [el-ḵafaʹ] (fethateynle) Kulak vech-i mezkûr üzere kıvrık olmak maʹnâsınadır; yukâlu: قَفِعَتِ الْأُذُنُ قَفَعًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا كَانَتْ قَفْعَاءَ Ve
قَفَعٌ [ḵafaʹ] Müzâyaka ve zahmet ve mihnet maʹnâsınadır; yukâlu: اَلنَّاسُ فِي قَفَعٍ أَيْ ضِيقٍ وَنَصَبٍ
اَلْقَفْعُ [el-ḵafʹ] (نَفْعٌ [nefʹ] vezninde) Kalkan tarzında ağaçtan ve tahtadan düzülmüş siperlenecek bir nesneye denir ki hisâr cenginde taşrada olan ʹaskerin ciğer-dârları onunla siperlenerek hisâr dibine ʹazm ederler; debbâbenin bir türlüsü olacaktır; yukâlu: عَمِلُوا فِي حَرْبِ الْحِصْنِ قَفْعًا وَهُوَ جُنَّةٌ مِنْ خَشَبٍ يَدْخُلُ تَحْتَهُ الرِّجَالُ يَمْشُونَ بِهِ فِي الْحَرْبِ إِلَى الْحُصُونِ Ve
قَفْعٌ [ḵafʹ] Masdar olur; مِقْفَعَةٌ [miḵfeʹat] ile bir adama vurmak maʹnâsına; yukâlu: قَفَعَهُ قَفْعًا مِنَ الْبَابِ الثَّالِثِ إِذَا ضَرَبَهُ بِالْمِقْفَعَةُ Ve menʹ eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: قَفَعَهُ عَنْهُ إِذَا مَنَعَهُ
اَلْقُفْعُ [el-ḵufʹ] (ḵâf’ın zammı ve fâ’nın sükûnuyla) Cemʹi; yukâlu: قَوْمٌ قُفْعُ الْأَصَابِعِ
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı