el-ubul ~ اَلْأُبُلُ

Kamus-ı Muhit - الأبل maddesi

اَلْأُبُلُ [el-ubul] (zammeteynle) Otlandıktan sonra tâzeden yeşerip çıkan çayıra denir.

اَلْأُبَّلُ [el-ubbel] (سُكَّرٌ [sukker] vezninde) Salma develere denir; yukâlu: إِبِلٌ أُبَّلٌ أَيْ مُهْمَلَةٌ

اَلْأَبِلُ [el-ebil] (كَتِفٌ [ketif] vezninde) Bâb-ı râbiʹden ism-i fâʹildir, deve ve koyun mesâlihinde üstâz olan adama denir. Ve deve sâhibi kimseye denir. Ve semiz, tenû-mend deveye denir; yukâlu: بَعِيرٌ أَبِلٌ أَيْ لَحِيمٌ

اَلْأَبَالَةُ [el-ebâlet] (سَمَاحَةٌ [semâḩat] vezninde) ve

اَلْأَبَلُ [el-ebel] (fethateynle) Bir adam deve ve koyun mesâlihinde uz ve hüner-mend olmak maʹnâsınadır; yukâlu: أَبَلَ فُلَانٌ وَأَبِلَ أَبَالَةً وَأَبَلًا مِنَ الْبَابِ اْلأَوَّلِ وَالرَّابِعِ إِذَا حَذَقَ فِي مَصْلَحَةِ الْإِبِلِ وَالشَّاءِ فَهُوَ Ke-mâ zukire. Ve deve çoğalmak maʹnâsınadır; yukâlu: أَبِلَتِ الْإِبِلُ وَأَبَلَتْ مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ وَالْأَوَّلِ إِذَا كَثُرَتْ

اَلْأَبَلُّ [el-ebell] Vasftır, pek önegü mücâdil ve münâziʹ adama denir, بَلٌّ [bell] gibi; yukâlu: رَجُلٌ أَبَلُّ أَيْ أَلَدُّ جَدِلٌ Ve kimseden utanmaz pek yüzlü kimseye denir; yukâlu: هُوَ أَبَلُّ إِذَا كَانَ لَا يَسْتَحْيِي Ve nihâyet derecede le΄îm ve nâkese denir ki aslâ hayr ve nefʹi şâ΄ibesine bir kimse zafer-yâb olmaz ola; yukâlu: رَجُلٌ أَبَلُّ أَيِ الْمُتَمَنِّعُ وَالشَّدِيدُ اللُّؤْمِ لَا يُدْرَكُ مَا عِنْدَهُ Ve nâsın dâ΄imâ hakkını mümâtala ile ekl ve belʹ kaydında olan hallâf ve zalûm adama denir; yukâlu: فُلَانٌ أَبَلُّ أَيْ مَطُولٌ حَلَّافٌ ظَلُومٌ Ve zinâ-kâr kimseye denir; mü΄ennesi بَلَّاءُ [bellâ΄]dır, cemʹi بُلٌّ [bull]dur bâ’nın zammıyla; yukâlu: رَجُلٌ أَبَلُّ وَامْرَأَةٌ بَلَّاءُ أَيْ فَاجِرٌ

اَلْأَبْلُ [el-ebl] (hemzenin fethiyle) Bir adamın devesi çoğalmak maʹnâsınadır; yukâlu: أَبَلَ الرَّجُلُ أَبْلًا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي إِذَا كَثُرَتْ إِبِلُهُ Ve gâlib olmak maʹnâsınadır; yukâlu: أَبَلَهُ إِذَا غَلَبَهُ Ve imtinâʹ eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: أَبَلَ عَنْهُ إِذَا امْتَنَعَ Ve

أَبْلٌ [ebl] ve

أُبُولٌ [ubûl] Deve tâze çayır yâhûd yonca otlamakla sudan müstagnî olmak maʹnâsınadır; yukâlu: أَبَلَتِ الْإِبِلُ وَأَبِلَتْ أَبْلًا وَأُبُولًا مِنَ الْبَابِ اْلأَوَّلِ وَالثَّانِي وَالرَّابِعِ إِذَا جَزَأَتْ عَنِ الْمَاءِ بِالرُّطْبِ Ve baʹzılar ʹindinde أَبْلٌ [ebl] ve أُبُولٌ [ubûl] develer çobansız salma ve müseyyeb olarak yurt yerinden ıraklaşıp gâ΄ib olmak yâhûd vahşîlenip yılkı gibi yabanî olmak maʹnâsınadır; yukâlu: أَبَلَتِ الْإِبِلُ وَأَبِلَتْ إِذَا هَمَلَتْ فَغَابَتْ وَلَيْسَ مَعَهَا رَاعٍ أَوْ تَأَبَّدَتْ Ve bir kimse cimâʹdan iğrenip imtinâʹ eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: أَبَلَ الرَّجُلُ عَنِ امْرَأَتِهِ إِذَا امْتَنَعَ عَنْ غِشْيَانِهَا Ve ʹibâdete dürüşmek maʹnâsınadır; yukâlu: أَبَلَ الرَّجُلُ إِذَا نَسَكَ Ve değnekle vurmak maʹnâsınadır; yukâlu: أَبَلَهُ بِالْعَصَا إِذَا ضَرَبَهُ بِهَا Ve bir kimseyi salma develer sâhibi kılmak maʹnâsınadır; yukâlu: أَبَلَهُ أَبْلًا إِذَا جَعَلَ لَهُ إِبِلًا سَائِمَةً Ve kuyu ağzına إِبَالَةٌ [ibâlet] çatmak maʹnâsınadır; tekûlu: أَبَلْتُ الْبِئْرَ إِذَا جَعَلْتَ لَهَا إِبَالَةً Ve

أَبْلٌ [ebl] Yaş yâhûd kuru otlağa denir; hemzenin zammıyla da câ΄izdir.

Vankulu Lugatı - الأبل maddesi

اَلْأُبَّلُ [el-ubbel] (hemzenin zammı ve bâ’nın fethi ve teşdîdiyle قُبَّرٌ [ḵubber] vezni üzere) Şol devedir ki salma ola. Ve قُبَّرٌ [ḵubber] ḵâf’la ve bâ΄-i muvahhade ile bir cins kuşun adıdır.

اَلْأَبِلُ [el-ebil] (hemzenin fethi ve bâ’nın kesriyle) Maslahat-ı ibilde hâzık olan kimse.

اَلْأَبَلُّ [el-ebell] (hemzenin ve bâ’nın fethiyle) Ziyâde and içici olup zulm-kâr olan kimse. Ebû ʹUbeyde eyitti:أَبَلُّ [ebell] recül-i fâcire derler. Ve Kisâ΄î eyitti: أَبَلُّ [ebell] şol kimsedir ki onun yaramazlığı derk olunmaya.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı