el-ʹaḵab ~ اَلْعَقَبُ

Kamus-ı Muhit - العقب maddesi

اَلْعَقَبُ [el-ʹaḵab] (fethateynle) Şol ak sinire denir ki ondan kiriş işlenir.

اَلْعُقْبُ [el-ʹuḵb] (ʹayn’ın zammı ve zammeteynle) Son ve encâm ve ʹâkıbet maʹnâsınadır; ve minhu kavluhu taʹâlâ: ﴿هُوَ خَيْرٌ ثَوَابًا وَخَيْرٌ عُقْبًا﴾ أَيْ عَاقِبَةً

اَلْعَقِبُ [el-ʹaḵib] (كَتِفٌ [ketif] vezninde) Bu dahi kişinin veledine ve veled-i veledine ıtlâk olunur; yukâlu: بَقِيَ لَهُ عَقْبٌ وَعَقِبٌ أَيِ الْوَلَدُ وَكَذَا وَلَدُ الْوَلَدِ Ve ayağın ökçesine denir, Fârisîde pâşne derler; yukâlu: ضَرَبَ عَقِبَهُ أَيْ مُؤَخَّرَ قَدَمِهِ Şârihin beyânına göre عَقِبٌ [ʹaḵib] lafzı mü΄ennestir, sükûn-ı kâf ile tahfîfi dahi câ΄izdir. Cemʹi أَعْقَابٌ [aʹḵâb] gelir. Ve

عَقِبٌ [ʹAḵib] bir mevziʹ adıdır.

اَلْعَقْبُ [el-ʹaḵb] (ʹayn’ın fethi ve ḵâf’ın sükûnuyla) At bir defʹa seğirttikten sonra bir dahi seğirtmek maʹnâsınadır; yukâlu li’l-feresi’l-cevâdi: هُوَ ذُو عَفْو ٍوَعَقْبٍ فَعَفْوُهُ أَوَّلُ جَرْيِهِ وَعَقْبُهُ ثَانِيهِVe

عَقْبٌ [ʹaḵb] Velede ve veled-i velede ıtlâk olunur. Râġıb’ın beyânına göre asl عَقِبٌ [ʹaḵib] ki كَتِفٌ [ketif] vezninde ayağın ökçesine denir, maʹânî-i sâ΄ire ondan mutasarrıftır. Cemʹi أَعْقَابٌ [aʹḵâb] gelir. Ve velede ve veled-i velede ıtlâkı bi’l-istiʹâredir. Pederine halef olduğu için lâkin kıza ıtlâk olunmaz ve eğer onun zürriyyeti var ise onlara ıtlâk olunur. İntehâ. Ve

عَقْبٌ [ʹaḵb] Masdar olur, yaya عَقَبٌ [ʹaḵab] yaʹnî sinir sarmak maʹnâsına, ke-mâ se-yuzkeru; yukâlu: عَقَبَ الْقَوْسَ عَقْبًا مِنَ الْبَابِ الْأَوَّلِ إِذَا لَوَى شَيْئًا مِنَ الْعَقَبِ عَلَيْهَا Ve ökçeye vurmak maʹnâsınadır; yukâlu: عَقَبَهُ إِذَا ضَرَبَ عَقْبَهُ Ve bir kimseye halef olmak maʹnâsınadır, gerek kâ΄im-makâm ve gerek baʹde’l-vefât veled olsun; yukâlu: عَقَبَهُ أَيْ خَلَفَهُ ve yukâlu: عَقَبَ مَكَانَ أَبِيهِ أَيْ خَلَفَ Ve şerr ü ʹadâvet cihetiyle bir kimsenin arkasına düşüp keyfiyyet-i hâlini tefakkud eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: عَقَبَهُ إِذَا بَغَاهُ بِشَرٍّ

Vankulu Lugatı - العقب maddesi

اَلْعَقَبُ [el-ʹaḵab] (fethateynle) Şol sinire derler ki ondan kiriş işlerler.

اَلْعُقْبُ [el-ʹuḵb] ve

اَلْعُقُبُ [el-ʹuḵub] Mislu: عُسْر [ʹusr] ve عُسُر [ʹusur] عَاقِبَةٌ [ʹâḵibet] maʹnâsına gelir. Ve minhu kavluhu taʹâlâ: ﴿هُوَ خَيْرٌ ثَوَابًا وَخَيْرٌ عُقْبًا﴾ (الكهف 44) Ve bir nesne tamâm nihâyet bulmağa dahi derler.

اَلْعَقِبُ [el-aḵib] (ʹayn’ın fethi ve ḵâf’ın kesriyle) Ayağın mu΄ahharı ki ökçe demek olur. Ve istiʹmâl-i ʹArabda bu mü΄ennes olur. Ve

عَقِبٌ [ʹaḵib] Velede ve veled-i velede dahi ıtlâk olunur. Ve bunda ḵâf’ın kesri ve sükûnu da lügattır. Bu dahi mü΄ennes gelir. Ve bir nesnenin ardınca demek maʹnâsına dahi gelir, egerçi ondan fi’l-cümle bâkî kalmış ise de; tekûlu: جِئْتُ فِي عَقِبِ شَهْرِ رَمَضَانَ إِذَا جِئْتَ وَقَدْ بَقِيَتْ مِنْهُ بَقِيَّةٌ

اَلْعَقْبُ [el-ʹaḵb] (ʹayn’ın fethi ve ḵâf’ın sükûnuyla) Bir kimsenin ökçesine vurmak; tekûlu: عَقَبْتُهُ إِذَا ضَرَبْتَ عَقِبَهُ Ve defʹa-i sâniyede yürümeğe dahi derler; yukâlu: لِهَذَا الْفَرَسِ عَقْبٌ حَسَنٌ Ve

عَقْبٌ [ʹaḵb] Şol kiriş işledikleri siniri meselâ oka yâhûd yaya sarmağa derler; tekûlu: عَقَبْتُ السَّهْمَ وَالْقِدْحَ وَالْقَوْسَ عَقْبًا إِذَا لَوَيْتَ شَيْئًا مِنْهُ عَلَيْهِ Ve قِدْحٌ [ḵidḩ] ḵâf’ın kesri ve dâl-ı mühmelenin sükûnuyla yeleksiz ve temrensiz oka derler.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı