el-kelib ~ اَلْكَلِبُ

Kamus-ı Muhit - الكلب maddesi

اَلْكَلِبُ [el-kelib] (كَتِفٌ [ketif] vezninde) Kuduz köpeğe denir. Esâs’ın beyânına göre kuduz dalamış kimseye dahi كَلِبٌ [kelib] denir. Cemʹlerinde كَلْبَى [kelbâ] denir, عَطْشَى [ʹaṯşâ] vezninde; yukâlu: كَلْبٌ كَلِبٌ وَكِلاَبٌ كَلْبَى وَرَجُلٌ كَلِبٌ وَقَوْمٌ كَلْبَى وَمِنْهُ “فِي دِمَاءِ الْمُلُوكِ شِفَاءٌ لِلْكَلْبَى”

اَلْكَلَبُ [el-keleb] (fethateynle) Susamak, عَطَشٌ [ʹaṯaş] maʹnâsınadır; yukâlu: كَلِبَ الرَّجُلُ كَلَبًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا عَطِشَ Ve pezevenklik eylemek, kıyâdet maʹnâsınadır; مَكْلَبَةٌ [meklebet] dahi bu maʹnâyadır; yukâlu: كَلِبَ فُلاَنٌ كَلَبًا وَمَكْلَبَةً إِذَا قَادَ وَمِنْهُ الْكَلْبَتَانُ Ve

كَلَبٌ [keleb] Makaranın ipi tekerlekle ok geçen ağacın aralığına düşüp ilişmek maʹnâsınadır ki tekerlek dönmekten kalır; yukâlu: كَلِبَ الْحَبْلُ إِذَا وَقَعَ بَيْنَ الْقَعْوِ وَالْبَكَرَةِ Ve

كَلَبٌ [keleb] Bir nesneye pek hırs ve tamaʹ eylemek maʹnâsınadır. Ve bir nesne şiddet bulmak maʹnâsınadır. Ve bilâ-şebʹ ekl-i kesîr maʹnâsınadır. Ve كَلَبُ الشِّتَاءِ [kelebu’ş-şitâ΄] kışın hiddet ve şiddeti hengâmına ıtlâk olunur, أَنْفُ الشِّتَاءِ [enfu’ş-şitâ΄] gibi. Ve kuduz köpek ısırmış kimse köpek gibi feryâd eylemek maʹnâsınadır. Ve köpek kudurup kuduz olmak maʹnâsınadır. İnsân etini yemekten ʹârız olur; yukâlu: كَلِبَ الْكَلْبُ كَلَبًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا جُنَّ وَهُوَ يَعْتَرِي مِنَ أَكْلِ لَحْمِ اْلإِنْسَانِ Ve bir kimseyi kuduz köpek dalamakla köpek gibi kudurmak maʹnâsınadır; yukâlu: كَلِبَ الرَّجُلُ كَلَبًا إِذَا أَصَابَهُ الْكَلَبُ مِنْ عَضِّ الْكَلْبِ الْكَلِبِ

اَلْكَلْبُ [el-kelb] (kâf’ın fethi ve lâm’ın sükûnuyla) Her yırtıcı cânvere denir ki insân ve hayvânı dalayıp ısırıp ve paralayıcı olur, köpek ve arslan ve kaplan ve kurt gibi, سَبُعٌ عَقُورٌ maʹnâsınadır. Baʹdehu köpek taʹbîr olunan cânverde gâlib olmuştur, şöyle ki lede’l-ıtlâk sâ΄ire muhtemel olmamakla hakîkat-ü lügaviyye menzilinde olmuştur. Cemʹi أَكْلُبٌ [eklub] gelir, أَفْلُسٌ [eflus] gibi ve كِلاَبٌ [kilâb] gelir. Evvelin cemʹü’l-cemʹi أَكَالِبُ [ekâlib] ve sânînin كِلاَبَاتٌ [kilâbât] gelir. Mü΄ellif Baṡâ΄ir’de كَلِيبٌ [kelîb] lafzını dahi ziyâde kılmıştır, عَبْدٌ [ʹabd] ve عَبِيدٌ [ʹabîd] gibi. Ve

كَلْبٌ [kelb] Arslana denir, lâkin taʹmîmde dahîl olmakla tahsîsi zâhiren ona dahi ıtlâkı köpek gibi gâlib ve mütedâvil olduğuna mebnîdir, zîrâ bâdiyede köpek kısmından ekser olur. Ve

كَلْبٌ [kelb] Derede suyun ibtidâ΄en yaʹnî henüz artmağa başladığı vaktte evveline denir. Baʹzılar bunu masdar olarak takyîd eylemiştir. Ve

كَلْبٌ [kelb] Değirmen çarhında zıvana dedikleri demirin tepesinde olan küçük demire denir. Ve mütehalhil olan duvara vurdukları dayağa denir ki pâyendân ve destek taʹbîr olunur. Ve

كَلْبٌ [kelb] Bir nevʹ balık adıdır ki köpek balığı dedikleridir, كَلْبُ الْمَاءِ [kelbu’l-mâ΄] başkadır ki o kunduz olacaktır. Ve

كَلْبٌ [Kelb] Bir kevkeb adıdır. Ve bu kevkeb değildir, belki niçe kevâkibden muntazam olmuş bir kelb sûretidir. Seratân burcunun cenûbîsinde Şücâʹ ile Cebbâr arasında ve sefîne-i nûhun kıç kamarasının üst tarafında vâkiʹ olmuştur. Başında ve elleri önünde ve batnında ve kalçası üzere birer kevkeb-i berrâk vardır. ʹArablar batnında olan pek berrâk kevkebe كَلْبٌ [Kelb] ıtlâk eylemeleriyle mü΄ellifin murâdı o kevkeb olacaktır. Ve

كَلْبٌ [kelb] Hâm gönden kesilmiş kayışa denir, قِدٌّ [ḵidd] maʹnâsına. Ve yüksek tepenin ve höyüğün başlarının ucuna denir. Ve kılıç kabzasında olan demir mîha denir ki perâzvânenin üzerinde olur, ʹalâka ona geçirilir. Ve

كَلْبٌ [kelb] Şol kırmızı sırıma ve tirşeye denir ki birbirine dikilecek sahtiyânın ve gönün aralığına vazʹ edip iki taraflı üzerinden dikiş çekerler. Ve

كَلْبٌ [Kelb] Rey ile Ḵûmis beyninde bir mevziʹ adıdır. Ve Yemâme türâbında bir dağın ismidir. Ve

كَلْبُالْفَرَسِ [kelbu’l-feres] Atın arkasında yelisinden kuyruğuna kadar çekilmiş olan hılkî hatta denir ki levnine muhâlif olur, meselâ doru atta siyâh olur. Ve

كَلْبٌ [kelb] Davar semerinin ensesinde olan eğri çengele denir ki karşılıklı iki dâne olur, ona torba ve matara makûlesi nesne geçirip asarlar. Ve kılıcın kabzasına sardıkları kayışa denir. Ve mutlakan kendisiyle sarılıp ve bağlanıp metîn ve muhkem olacak şey΄e denir. Ve

كَلْبٌ [Kelb] Bir kabîle adıdır. Ve

كَلْبٌ [kelb] Masdar olur, كَلُّوبٌ [kellûb] ile yaʹnî mihmâz ile râkib altında olan hayvâna vurup dürtmek maʹnâsına; yukâlu: كَلَبَ الرَّاكِبُ الْفَرَسَ كَلْبًا مِنَ الْبَابِ اْلأَوَّلِ إِذَا ضَرَبَهُ بِالْكَلُّوبِ Ve bir kimse tenhâ bâdiyede kalmakla yakın yerlerde şenlik var ise elbette köpekleri kendinin savtını işittiklerinde onlar da ürümekle bu cihetten şenlik olduğunu istidlâl için köpek gibi ürümek maʹnâsınadır; yukâlu: كَلَبَ الرَّجُلُ كَلْبًا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي إِذَا نَبَحَ لِتَسْمَعَهُ الْكِلاَبُ فَتَنْبَحَ فَيُسْتَدَلَّ بِهَا عَلَيْهِ وَذَلِكَ إِذَا صَارَ فِي قَفْرٍ

Vankulu Lugatı - الكلب maddesi

اَلْكَلَبُ [el-keleb] (fethateynle) Geri şiddet maʹnâsına; yukâlu: كَلِبَ الشِّتَاءُ مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ أَيِ اشْتَدَّ Ve şerr maʹnâsına da gelir; yukâlu: دَفَعْتَ عَنْكَ كَلْبَ فُلَانٍ أَيْ شَرَّهُ وَآذَاهُ Ve

كَلَبٌ [keleb] Kezâlik cünûna şebîh bir hâlettir.

اَلْكَلْبُ [el-kelb] (kâf’ın fethi ve lâm’ın sükûnuyla) İt ki beyne’n-nâs maʹrûftur ve gâh olur ki sıfat dahi vâkiʹ olur; yukâlu: إِمْرَأَةٌ كَلْبَةٌ Ve

كَلْبٌ [kelb] شَعِيرَةٌ [şeʹîret] dedikleri demirdir ki o kılıcın yâhûd bıçağın sapına giren sivri demiridir. Ve şol mismâra da derler ki kılıç kabzasına vururlar, kabzada olan ʹılâkadan ötürü. Ve şol eğri demire de derler ki müsâfir ona zâdın asar. Ve

رَأْسُ كَلْبٍ [Re΄su Kelb] Bir dağın adıdır. Ve

كَلْبٌ [Kelb] Bir yıldızın adıdır. Ve bir kayışa dahi derler ki iki derinin ara yerine koyup dikerler; tekûlu minhu: كَلَبْتُ الْمَزَادَةَ Ve

كَلْبُ الْفَرَسِ [kelbu’l-feres] Şol hattır ki atın arkasında olur; yukâlu: اِسْتَوَى عَلَى كَلْبِ فَرَسِهِ Ve

كَلْبٌ [Kelb] Ḵuḋâʹa tâ΄ifesinden bir cemâʹatin ismidir.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı