ṡaḵar ~ صَقَرُ

Kamus-ı Muhit - صقر maddesi

اَلصَّقَرُ [eṡ-ṡaḵar] (fethateynle) Büyük meşe ağaçlarının yere dökülen yapraklarına denir. Ve

صَقَرُ [ṡaḵar] سقَرُ [saḵar] lafzında lügattır ki cehennem esmâsındandır.

Şârihin beyânı üzere صَقْرٌ [ṡaḵr] ضَرْبٌ [ḋarb] maʹnâsından me΄hûzdur, vech-i mezkûr üzere gerek şâhîn ve gerek doğan envâʹından mutlakan şikârî kuşa denir. Lâkin istiʹmâlde çarg-ı Fârisî mukâbilinde gâlib oldu ki Türkîde çakır taʹbîr ettikleridir; yukâlu: يَتَصَيَّدُ بِالصُّقُورِ وَهِيَ كُلُّ طَيْرٍ يَصِيدُ مِنَ الْبُزَاةِ وَالشَّوَاهِينِ ve yukâlu. صَقْرٌ صَاقِرٌ أَيْ حَدِيدُ الْبَصَرِ Ve

صَقْرٌ [Ṡaḵr] Yemâme’de bir büyük siyâh kaya ismidir. Ve ekşi süte denir; yukâlu: جَاءَ بِصَقْرٍ يَزْوِي الْوَجْهَ أَيْ بِاللَّبَنِ الْحَامِضِ Ve devâbb kısmının teğelti gelen yerlerinin enselerinde tüyden bir dâ΄ireye denir ki sağlı sollu iki dâ΄ire olur, خَيَّالٌ [ḣayyâl] beyninde nişân ʹadd olunur; ikisine صَقْرَانِ [ṡaḵrân] derler. Ve

صَقْرٌ [ṡaḵr] Pekmeze denir; tekûlu: اَكَلْتُ صَقْرًا أَيْ دِبْسًا Ve tâze hurmânın ve kuru üzümün şıralarına denir; tekûlu: نَزَلْتُ عَلَيْهِ فَجَاءَنِي بِالصَّقْرِ أَيْ عَسَلِ الرُّطَبِ أَوِ الزَّبِيبِ Bu maʹnâda fethateynle de câ΄izdir. Ve

صَقْرٌ [ṡaḵr] Masdar olur, صَقْرَةٌ [ṡaḵret] gibi güneşin ısısı şiddetle vücûdu çalmak maʹnâsına; yukâlu: صَقَرَتْهُ الشَّمْسُ صَقْرًا وَصَقْرَةً مِنَ الْبَابِ اْلأَوَّلِ إِذَا آذَتْهُ بِحَرِّهَا Ve

صَقْرٌ [ṡaḵr] Çok durmaktan nâşî mütegayyir olmuş suya denir; yukâlu: مَاءٌ صَقْرٌ أَيْ آجِنٌ Ve deyyûsluğa denir ki ismdir; yukâlu: فِي طَبْعِهِ صَقْرٌ أَيْ قِيَادَةٌ عَلَى الْحُرَمِ Ve müstahak olmayan kimseye laʹn ve nefrîn eylemeğe denir ki ismdir. Cemʹleri صُقُورٌ [ṡuḵûr] gelir ve صِقَارٌ [ṡiḵâr] gelir, صِغَارٌ [ṡiġâr] vezninde. Kâle’ş-şârih ve minhu’l-hadîsu: “لاَ يَقْبَلُ اللهُ مِنَ الصَّقُّورِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ صَرْفًا وَلاَ عَدْلاً” وَهُوَ الدَّيُّوثُ الْقَوَّادُ عَلَى حُرَمِهِ ve kezâ fi’l-hadîsi: “كُلُّ صَقَّارٍ مَلْعُونٌ” وَهُوَ اللَّعَّانُ لِمَنْ لاَ يَسْتَحِقُّ وَرُوِيَ بِالسِّينِ Buna göre صَقْرٌ [ṡaḵr] masdar olmuş olur. Ve

صَقْرٌ [ṡaḵr] Vurmak maʹnâsınadır; yukâlu: صَقَرَهُ بِالْعَصَا صَقْرًا إِذَا ضَرَبَهُ Ve صاقُورٌ [ṡâḵûr] ile taş kırmak maʹnâsınadır; yukâlu: صَقَرَ الْحَجَرَ إِذَا كَسَرَهُ بِالصَّاقُورِ Ve süt pek ekşimek maʹnâsınadır; yukâlu: صَقَرَ اللَّبَنُ إِذَا اشْتَدَّتْ حُمُوضَتُهُ Ve âteş yakmak maʹnâsınadır; yukâlu: صَقَرَ النَّارَ إِذَا أَوْقَدَهَا Ve bir adamı yâ bir nesneyi yere çalmak maʹnâsınadır; yukâlu: صَقَرَ بِهِ الْأَرْضَ إِذَا ضَرَبَ بِهِ Ve

صَقْرٌ [Ṡaḵr] Esmâ-i ricâldendir.

Vankulu Lugatı - صقر maddesi

اَلصَّقْرُ [eṡ-ṡaḵr] (ṡâd’ın fethiyle ve ḵâf’ın sükûnuyla) Şol doğandır ki ona balaban derler. Ve çakıra dahi صَقْرٌ [ṡaḵr] derler, zîrâ mevâlî-i ʹacem صَقْرٌ [ṡaḵr]ı çargla tefsîr etmişlerdir. Ve çargsa balabana ve çakıra ıtlâk olunur. Ve

صَقْرٌ [ṡaḵr] Ziyâde ekşi süte dahi derler; yukâlu: جَاءَنَا بِصَقْرَةٍ تَزْوِي الْوَجْهَ Yaʹnî “Yüzü devşirir ziyâde ekşiliğinden.”Nitekim بِصَرْبَةٍ dahi derler bu maʹnâya ʹalâ-mâ merre. Ve

صَقْرٌ [ṡaḵr] Pekmeze dahi derler ehl-i Medîne yanında. Ve

صَقْرٌ [ṡaḵr] Külüngle taş ufatmağa dahi derler; tekûlu: صَقَرْتُ الْحِجَارَةَ صَقْرًا إِذَا كَسَرْتَهَا بِالصَّاقُورِ Ve

صَاقُورٍ [ṡâḵûr] Külünge derler, nitekim gelir. Ve

صَقْرٌ [ṡaḵr] ve

صَقْرَةٌ [ṡaḵret] Güneşin ziyâde te΄sîrine derler; yukâlu: صَقَرَتْهُ الشَّمْسُ

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı