el-ḩuḵḵat ~ اَلْحُقَّةُ

Kamus-ı Muhit - الحقة maddesi

اَلْحُقَّةُ [el-ḩuḵḵat] (ḩâ’nın zammıyla) Kutuya denir. Cemʹ-i cinsi حُقٌّ [ḩuḵḵ]tur ve حُقُوقٌ [ḩuḵûḵ] ve حُقَقٌ [ḩuḵaḵ] صُرَدٌ [ṡurad] vezninde ve أَحْقَاقٌ [aḩḵâḵ] gelir ve حِقَاقٌ [ḩiḵâḵ] gelir ḩâ’nın kesriyle. Şârih der ki “كَأَنْ ثَدْيَاهُ حُقَّانِ” mısrâʹında حُقَّانِ lafzı حُقَّةٌ [ḩuḵḵat]ın tesniyesidir. Aslı حُقَّتَانِ idi, hilâf-ı kıyâs üzere tâ΄ hazf olundu. İntehâ. Ve

حُقَّةٌ [ḩuḵḵat] Âfet ve dâhiyeye ıtlâk olunur; bunda ḩâ’nın fethiyle de câ΄izdir. Ve ʹavrete ıtlâk olunur, مَرْأَةٌ [mer΄et] maʹnâsına.

اَلْحِقَّةُ [el-ḩiḵḵat] (ḩâ’nın kesriyle) حِقٌّ [ḩiḵḵ] lafzının mü΄ennesidir ki dört yaşına girmiş dişi deveye denir. Ve حِقٌّ [ḩiḵḵat] masdar olur, deve حِقَّةٌ [ḩiḵḵat] olmak maʹnâsına; yukâlu: حَقَّتِ الْإِبِلُ حِقَّةً وَحِقًّا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي وَهِيَ حِقٌّ وَحِقَّةٌ أَيْ بَيِّنَةُ الْحِقَّةِ Ve bunların nazîri yoktur, niteki zikr olundu. Ve

حِقَّةٌ [ḩiḵḵat] Vâcib ve lâzım olan hakka denir; tekûlu: هَذِهِ حِقَّتِى وَهَذَا حِقِّي بِمَعْنًى وَاحِدٍ وَبِلاَ هَاءٍ Ḩâ’nın fethiyle de lügattir ki ahass olur, niteki zikr olundu.

اَلْحَقَّةُ [el-ḩaḵḵat] (ḩâ’nın fethi ve âhirde hâ’yla) حُقُوقٌ [ḩuḵûḵ] müfredi olan حَقٌّ [ḩaḵḵ] lafzından ahasstır; hâ΄- vahdet husûsa masrûftur; tekûlu: هَذِهِ حَقَّتِي أَيْ حَقِّي الْمَخْصُوصُ Ve bir işin ve bir nesnenin hakîkatine denir; tekûlu: وَقَفْتُ عَلَى حَقَّةِ ذَلِكَ الْأَمْرِ أَيْ عَلَى حَقِيقَتِهِ Ve حَاقَّةٌ [ḩâḵḵat] gibi bir adama nâzil ve musîb olan hâdise ve beliyye-i sâbiteye ıtlâk olunur, ke-mâ se-yuzkeru. Ve bir nesneyi vâcib ve lâzım ve sâbit kılmak maʹnâsınadır; yukâlu: حَقَّ اللهُ الْأَمْرَ حَقًّا وَحَقَّةً مِنَ الْبَابِ اْلأَوَّلِ وَالثَّانِي إِذَا أَثْبَتَهُ وَأَوْجَبَهُ Ve bir nesne vâcib ve bî-şekk ü şübhe sâbit ve vâkiʹ olmak maʹnâsınadır; yukâlu: حَقَّ الْأَمْرُ إِذَا وَجَبَ وَوَقَعَ بِلاَ شَكٍّ ve minhu kavluhu taʹâlâ: ﴿وَلَكِنْ حَقَّتْ كَلِمَةُ الْعَذَابِ عَلَى الْكَافِرِينَ﴾

Vankulu Lugatı - الحقة maddesi

اَلْحُقَّةُ [el-ḩuḵḵat] (ḩâ’nın zammı ile) Şol nesnedir ki içine maʹcûn yâ gayrı nesne korlar.

اَلْحِقَّةُ [el-ḩiḵḵat] (ḩâ’nın kesriyle) Mü΄ennesi. Ve mü΄ennese kezâlik حِقٌّ [ḩiḵḵ] dahi derler ḩâ’nın kesriyle. Ve mezbûra حِقٌّ [ḩiḵḵ] dedikleri yük vurmağa ve intifâʹ olunmağa istihkâkı olduğu içindir. Ve

حِقَّةٌ [ḩiḵḵat] Masdar dahi gelir; tekûlu: هُوَ حِقٌّ بَيِّنُ الْحِقَّةِ Yaʹnî حِقَّةٌ [ḩiḵḵat]lığı zâhirdir.

اَلْحَقَّةُ [el-ḩaḵḵat] (ḩâ’nın fethiyle) حَقٌّ [ḩaḵḵ]tan ahasstır; yukâlu: هَذِهِ حَقِّي أَيْ حَقِّي الْمَخْصُوصُ Ve

حَقَّةٌ [ḩaḵḵat] Hakîkat maʹnâsına da gelir; yukâlu: لَمَّا عَرَفَ الْحَقَّةَ مِنِّي هَرَبَ Ve kavluhum “لَحَقٌّ لَا آتِيكَ” هُوَ يَمِينٌ لِلْعَرَبِ lafz-ı mezbûru kaçan lâm’la istiʹmâl etsinler, merfûʹ ederler bilâ-tenvîn. Ve kaçan lâm’ı izâle kılsalar: “حَقًّا لَا آتِيكَ” derler. Ve ʹArabların “كَانَ ذَلِكَ عِنْدَ حَقِّ لَقَاحِهَا وَحِقِّ لَقَاحِهَا” dediklerinde lafz-ı حَقٌّ [ḩaḵḵ]ta ḩâ’nın fethi ve kesri câ΄izdir, حِينَ ثَبَتَ ذَلِكَ فِيهَا maʹnâsınadır. Ve لَقَاحٌ [leḵâḩ] lâm’ın fethiyle nâka hâmile olmaktır.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı