el-ḣiff ~ اَلْخِفُّ

Kamus-ı Muhit - الخف maddesi

اَلْخِفُّ [el-ḣiff] (ḣâ’nın kesriyle) خَفِيفٌ [ḣafîf] maʹnâsınadır; yukâlu: شَيْءٌ خِفٌّ أَيْ خَفِيفٌ Ve azca cemâʹate ıtlâk olunur; yukâlu: جَاءَ خِفٌّ مِنَ النَّاسِ أَيْ جَمَاعَةٌ قَلِيلَةٌ

اَلْخُفُّ [el-ḣuff] (ḣâ’nın zammı ve fâ’nın teşdîdiyle) Devenin tabanı derisinin biriktiği yere denir ki bakanak taʹbîr olunur; at ve katır kısmının حَافِرٌ [ḩâfir]i menzilindedir. Ve bunlar cüz΄-i aʹzam olmakla vücûdlarından kinâye olunur; yukâlu: مَا لَهُ خُفٌّ وَلاَ حَافِرٌ Ve gâh olur ki خُفٌّ [ḣuff] devekuşunun tırnağında dahi istiʹmâl olunur, ʹalâ-kavlin deve ile devekuşuna mahsûstur. Cemʹi أَخْفَافٌ [aḣfâf] gelir. Ve

خُفٌّ [ḣuff] İnsânın ayağına giydiği çizmeye ve mest ve edik ve çedik ve tomak makûlesi ayakkabıya denir ki üzerine mesh mümkin ola, Fârisîde mûze denir; cemʹi خِفَافٌ [ḣifâf] gelir. Bir kat olmakla hiffetinden nâşî ıtlâk olundu. Bunun üzerinden giyilen ayakkabıyaجُرْمُوقٌ [curmûḵ] denir ki ser-mûze muʹarrebidir, hâlen bizim mest üzerinden giydiğimiz çizme جُرْمُوقٌ [curmûḵ]tur. Ve çizme ser-mûze muharrefi olmak gâlibdir, inşâ΄allâh جُرْمُوقٌ [curmûḵ] mâddesinde ziyâdece tafsîl olunur. Ve minhu’l-meselu: “رَجَعَ بِخُفَّيْ حُنَيْنٍ” Aslı budur ki Ḩîre’de bir çizmeci var idi. Bir aʹrâbî gelip bir çift çizme iştirâ sadedinde olmakla bir takrîb Ḩuneyn’i igzâb eyledi. Ve Ḩuneyn zâtında mütehevvir ve bed-dil şahs olmakla aʹrâbîyi savdıktan sonra o çizmeleri alıp aʹrâbînin güzergâhında birini yol üzere, dîgerini bir mîl kadar meydânlı yine yol üzere ilkâ eyleyip ve kendisi bir kemîn-gâhta ihtifâ eyledi. Bir iki sâʹat mürûrunda aʹrâbî devesine binmiş zuhûr eyledi. Evvelki çizmenin yanına geldikte dikkat edip işbu çizme Ḩuneyn’den iştirâ edeceğim çizmeye pek müşâbih ve belki ʹaynı gibi bir maʹnâdır, kâşkî tâk-ı dîgeri dahi olaydı, nüzûl ve ahz ederdim diye mırıldanarak mürûr eyledi. Bir mikdâr gittikten sonra o tâk-ı dîgere de tesâdüf eyledikte evvelkisini almadığına nâdim olmakla billâhi ganîmettir deyip hemân deveden nüzûl ve evvelki çizmeye doğru şitâb eyledi. O hılâlde Ḩuneyn kemînden hayye gibi hurûc ve deveye rükûb edip hemân bir tarafa ılgar ve gaybûbet eyledi. Bîçâre aʹrâbî çizmeyi alıp geldikte deveden ve hamûlesinden katʹâ eser ve nişân bulmayıp beri öte bir zamân pûyân olup ʹâkıbet haybet ve hırmânla obası tarafına ʹazîmet eyledi. Vusûlünde مَاذَا جِئْتَ بِهِ مِنْ سَفَرِكَ diye pürsân olanlara جِئْتُكُمْ بِخُفَّيْ حُنَيْنٍ diye cevâb vermekle beyne’l-ʹArab رَجَعَ بِخُفَّيْ حُنَيْنٍ darb-ı mesel oldu. Bir hâcet ve matlabdan ye΄s ve hırmânla mürâcaʹat olundukta îrâd olunur. İbnu’s-Sikkît dedi ki Ḩuneyn nâm bir tünd ve şedîd kimse var idi. Esed b. Hâşim b. ʹAbdumenâf oğlu olmak iddiʹâsında olmakla bir gün ayağına bir çift kırmızı çizme giyip ʹAbdulmuṯṯalib cenâblarına gelip يَا عَمُّ أَنَا ابْنُ أَسَدِ بْنِ هَاشِمٍ dedikte, ʹAbdulmuṯṯalib لاَ وَثِيَابِ أَبِي هَاشِمٍ مَا أَعْرِفُ شَمَائِلَ هَاشِمٍ فِيكَ diye nisbetini inkâr eyledi. Pes merdûd olup ye΄s ve haybetle rücûʹ eylemekle halk onun hakkında رَجَعَ حُنَيْنٌ بِخُفَّيْهِ demeleriyle giderek mesel oldu. Ve

خُفٌّ [ḣuff] Arz-ı galîzaya denir; tekûlu: نَزَلْنَا فِي خُفٍّ مِنَ الْأَرْضِ أَيِ الْغَلِيظَةِ مِنْهَا Ve insânın tabanına denir; yukâlu: إِشْتَكَى خُفَّهُ وَهُوَ مَا أَصَابَ الْأَرْضَ مِنْ بَاطِنِ قَدَمِهِ Ve erkek koca deveye denir.

Vankulu Lugatı - الخف maddesi

اَلْخِفُّ [el-ḣiff] (ḣâ’nın kesriyle) Hafîf olan nesne. Ve

خِفٌّ [ḣiff] Cemâʹat-i kalîleye dahi derler; yukâlu: خَرَجَ فُلَانٌ فِي خِفٍّ مِنْ قَوْمِهِ أَيْ جَمَاعَةٍ قَلِيلَةٍ

اَلْخُفُّ [el-ḣuff] (ḣâ’nın zammı ve fâ’nın teşdîdiyle) Devenin ayağında olan deri ki sâ΄ir hayvânâtın tırnağı mesâbesindedir. Ve

خُفٌّ [ḣuff] Ediğe dahi derler ki ayağa giyerler. Ve خُفٌّ [ḣuff] نَعْلٌ [naʹl] dedikleri edikten farkı budur ki خُفٌّ [ḣuff]un yere gelen yeri نَعْلٌ [naʹl]dan aglazdır.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı