es-sedes ~ اَلسَّدَسُ

Kamus-ı Muhit - السدس maddesi

اَلسَّدَسُ [es-sedes] (fethateynle) سَدِيسٌ [sedîs] ile maʹnâ-yı sânîde mürâdiftir ki بَازِلٌ [bâzil]den mukaddem biten dişe denir. Cemʹi سُدْسٌ [suds] gelir sîn’in zammıyla ve سُدُسٌ [sudus] gelir zammeteynle.

اَلسَّدْسُ [es-seds] (sîn’in fethi ve dâl’ın sükûnuyla) Kavmin altıda bir mâlını almak maʹnâsınadır; yukâlu: سَدَسَ الْقَوْمَ سَدْسًا مِنَ الْبَابِ اْلأَوَّلِ إِذَا أَخَذَ سُدْسَ مَالِهِمْ Ve bir cemâʹatin altıncısı olmak maʹnâsınadır; yukâlu: سَدَسَ الْقَوْمَ سَدْسًا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي إِذَا كَانَ لَهُمْ سَادِسًا

اَلسِّدْسُ [es-sids] (sîn’in kesriyle) Devenin dört gün suya gelmeyip beşinci gün suya gelmesine denir ki suyu içtiği gün mahsûb olur, niteki عِشْرٌ [ʹişr] ve خِمْسٌ [ḣims] dahi böylecedir; yukâlu: وَرَدَتِ الْإِبِلُ سِدْسًا وَهُوَ أَنْ تَنْقَطِعَ أَرْبَعَةً وَتَرِدَ فِي الْخَامِسِ

اَلسُّدْسُ [es-suds] ve

اَلسُّدُسُ [es-sudus] (zammeteynle) ve

اَلسَّدِيسُ [es-sedîs] (sîn’in fethiyle) Altı hisseden bir hisseye denir ki altıda bir taʹbîr olunur; yukâlu: طَرَحَ سُدْسَهُ وَسُدُسَهُ وَسَدِيسَهُ أَيْ جُزْءًا مِنْ سِتَّةٍ Ve

سَدِيسٌ [sedîs] بَازِلٌ [bâzil]den mukaddem biten dişe denir. Ve بَازِلٌ [bâzil] deve kısmı dokuz yaşına bâlig olunca çıkan dişine denir. Ve

سَدِيسٌ [sedîs] مَكُوكٌ [mekûk] taʹbîr olunan ölçek envâʹından bir nevʹin ismidir. Ve altı yaşına varmış koyuna denir; yukâlu: شَاةٌ سَدِيسٌ إِذَا أَتَتْ عَلَيْهَا السَّنَةُ السَّادِسَةُ Ve tûlü altı zirâʹ olan izâra ve fûtaya denir; yukâlu: إِزَارٌ سَدِيسٌ إِذَا كَانَ طُولُهُ سِتَّةُ أَذْرُعٍ

Vankulu Lugatı - السدس maddesi

اَلسَّدَسُ [es-sedes] (fethateynle) بَازِلٌ [bâzil]den evvel olan devedir. Ve bu şol devedir ki yedi yaşın tekmîl edip sekizine dâhli ola. Ve بَازِلٌ [bâzil] dokuzuncu yıla dâhil olandır. Ve bu makâmda sâhib-i Ṡurâḩسَدَسٌ [sedes] lafzını dişten ʹibâret tutup سَدَسٌ [sedes] “dendân-ı heşt-sâlegî” demiştir hâlâ ki سَدَسٌ [sedes] devenin kendiden ʹibârettir, سَدِيسٌ [sedîs] koyundan ʹibâret olduğu gibi. Gâlibâ menşe-i iştibâh سِنٌّ lafzıdır. Ve biz kelâmımızı Cevherî’nin وَيَسْتَوِي فِيهِ الْمُذَكَّرُ وَالْمُؤَنَّثُ dediği kelâmı âhirine varınca te΄yîd eder, sâ΄ir kütüb-i lügatın tasrîhinden mâ-ʹadâ.

اَلسَّدْسُ [es-seds] (sîn’in fethi ve dâl’ın sükûnuyla) Kavmin mâlının altı bahşında bir bahşın almak; yukâlu: سَدَسْتُ الْقَوْمَ أَسْدُسُهُمْ مِنَ الْبَابِ الْأَوَّلِ إِذَا أَخَذْتَ سُدْسَ أَمْوَالِهِمْ Ve eger أَسْدِسُهُمْ dersen bâb-ı sânîden ben onların altıncısı oldum demek olur.

اَلسِّدْسُ [es-sids] (sîn’in kesri ve dâl’ın sükûnuyla) Devenin beş gün sudan munkatıʹ olup altıncı gün suya gelmesidir. Nüsah-ı Ṡiḩâḩ’ta tasrîh böyledir velâkin خِمْسٌ [ḣims]i yazdığı yerde üç gün merʹâda gezip dördüncü gün suya gelmek demiştir. Bu takdîrce سِدْسٌ [sids] dört gün merʹâda gezip beşinci gün suya gelmek olur. Ve hummâ-yı rubʹda dahi bu vech üzere tashîh etmişlerdir. Ve bi’l-cümle kelâm-ı Cevherî bu makâmda ıztırâbdan hâlî değildir.

اَلسُّدْسُ [es-suds] (sîn’in zammı ve dâl’ın sükûnuyla) ve

اَلسُّدُسُ [es-sudus] (zammeteynle) Bir nesnenin altı bahşta bir bahşı. Ve

سُدُسٌ [sudus] سَدِيسٌ [sedîs]in cemʹi dahi gelir رَغِيفٌ [reġîf]le رُغُفٌ [ruġuf] gibi. Ve سَدِيسٌ [sedîs] ʹan-karîb tefsîr olunur inşâ΄allâhu taʹâlâ. Ve سَدَسٌ [sedes]in cemʹi dahi gelir fethateynle, أَسَدٌ [esed] ile أُسُدٌ [usud] gibi.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı